KURBAN KESME SEBEPLERİ

 Kurban insanda var olan bir kısım duygularla yakın alakalı bir ibadettir. İlahi dinler açısından bakıldığında da, ALLAH tarafından bütün dinlerde emredilmesi; bu ibadetin insanların tabiatlarında var olan bir takım duyguları tatmin ettiğini akla getirmektedir.

Kurban, insanda var olan ölüm güdüsünün tatmini ile alakalı olarak görülebilir. Bu güdünün insanın kendisine ve bunu kendini öldürmeyi gerçekleştiremediğinde de etrafındaki canlılara yönelebilir.

Bu konuyu “Medeniyetler” bazında ele alan Ali Murat Daryal, kurban kesen medeniyetlerle kesmeyen medeniyetleri karşılaştırmış ve bu medeniyetlerin sosyal kurumlarını incelemiştir. Sonuç olarak kurban kesmenin insandaki tahrip etme güdülerini törpülediğini dolayısıyla yıkıcı ve tahrip edici olmayan insan tipinin elde edildiğini ve ilahi vahyin amacının da bu olduğunu ileri sürmektedir.

Kurban, insanı merkez alarak incelenebildiği gibi, vahyin bir ürünü olarak da incelenmelidir. İlahi kaynaklara göre ilk insan olan Hz. Âdem’in oğullarının kurban vermesinden dolayı ilk ilahi din ile ALLAH tarafından kurban emredilmiştir. Nitekim ilahi dinin kaynağından çok uzaklarda gelişmiş olan, ilkel denilebilecek yaşantı ve ibadetlere sahip olan insanlarda da kurban ibadetinin görülmesi bu izahı gerekli kılmaktadır. Bu konuda Jung’un “kollektif şuur” teorisi bize ışık tutmaktadır.

Hz. Âdem’le emredilen kurban, ilahi dinin hüküm sürdüğü dönemlerde uygulanmıştır. İlahi dinin kaynağından uzaklaşan topluluklar, dinin bazı emirlerini unutsalar da bir can fedasını gerektiren böyle bir uygulama onları etkilemiştir. Ayrıca, tanrıyla iyi ilişkiler kurulması yolunda yoğun zihni süreçlerle alakalı olan kurban, onların kollektif şuuraltılarını etkilemiştir.

Kuran-ı Kerim’de ise kurbanın amacının Allah’a yakınlaştırmak olduğu düşüncesi hâkimdir. Ahkaf suresinde kurban kelimesi “müşriklerin Allah Teâlâ’dan başka edindikleri tanrılara yakınlık vasıtası kılmaları” anlamında kullanılmaktadır.

Kurban “paleolitik çağlardan beri doğaüstü güçlere hoş görünmek, onlarla barışık olmak, onların gazaplarını engellemek ve onların kötülüklerine engel olmak istemek, kendilerinden istenilenleri yerine getirdikleri için teşekkürlerini ifade ettikleri dinsel bir törendir”  Roberthson Smith de kurbanın amacını açıklarken, kurbanın insanla tanrısı arasında bir hısımlık kurmak, bunu yenilen kurbanın etinde birbirine karıştırmak olduğunu ifade eder.

İslam dini açısından Kurban kesmek farz değildir, fakat bir hayvan kesildiğinde bunun Allah Teâlâ’ya yaklaşmak için kesilmesi farz olur.

İlkellerde de Tanrıya kurban veren ile kurban arasında mistik bir bağlantı yapılır. Bir ziyafet ile kurban sunan kimseyle Tanrı arasında bir birliktelik oluşur. Kurbanlık hayvanın bir güç taşıyıcısı olarak tanımlanması, kurban yemeği ile bu gücün kesen kimseye geçtiğine inanılır.

Bu bir özdeşleşme olayıdır, insan tabiat karşısında güçsüz ve çaresizdir. Fakat insan psikolojisinin bir özelliği de çevresindeki her şeye hâkim olma ve onları yönetme arzusu taşımasıdır. Güçsüzlüğü ile bu arzusu arasında ortaya çıkan çelişki insanı tabiatta var olan bütün güçlerin üzerinde bir güç ile özdeşleşmeye ve bu sayede yine tabiata hâkim olma arzusuna yöneltir. İnsan ancak bu şekilde kendisini emniyet içerisinde hissedebilir.

İlkellerde kurban edilen hayvanın eti, toplum tarafından yenilir ve böylece Tanrı ile aynı sofrayı paylaşmak düşüncesi devamında Tanrı ile yakın olmayı, dost olmayı gerekli kılar. Böylece ilahlar ile müşterek yemek yenmiş olur. Bu yaklaşım Hıristiyanlığın önemli ibadetlerinden olan “ekmek şarap” ayininde de gözlemlenebilir. “Şarap” Hz. İsa'nın kanını, “ekmek” ise etini temsil eder.

Bu ayin ile Hristiyanlar tarafından ilah olarak görülen; Hz. İsa’nın etinin yenmesi, kurban etinin paylaşılması, anlamına geldiği gibi aynı zamanda eti yenilen tanrının fevkalâde güçlerinin insana geçeceği de düşünülür. Böylece tanrı ile özdeşleşirler. Bu inanç Musevilikte de görülür, “Kudas” denilen ayinde ekmek ve şarap dağıtılır. İlkel insanlarda da buna benzer bir inanç vardır. Şöyle ki; totem kabul edilen varlık senede bir gün avlanır ve eti halk tarafından yenilir. Halk düşüncesinde tanrı olarak kabul edilen totemin fevkalâde güçlerinin kendilerine geçtiği yani totemle özdeşleşildiği düşünülür. Bu yönleriyle kurbanın kaynağını Totemizmden aldığı da söylenebilir.

Tanrının hayatı ile kurbanın hayatı arasında bir bağ kurulmuş olması ve ölen kurbanlığın, tanrının hayatına hayat kattığının düşünülmüş olmasıdır. Eğer kurbanı alacak olan bir “Numen” ise, kurban güçlenme anlamına gelir. İlkel insanlar tanrılarına yiyecek ve içecek verirler. Çünkü tanrı menşei itibari ile kendisine hürmet eden bu insanlar olmadan mevcut olamaz.

Bir başka ifade ile kurbanın doğaüstü varlığa adanarak kutsanan canı, kurbanı sunan ile doğaüstü varlık arasında bağ kuran kutsal bir güce dönüşebilir. Kurban aracılığı ile canlılık, tanrısal kaynağa döner ve o kaynağın gücünü yani canlılığını yenileyip tazeler. Yani yaşam yaşamla beslenir.

“Tanrılar beslenmemekten dolayı ölürler”. Bu nedenle adakların yok edilmesi ya da tanrıya sunulması ölüm değil, bilakis hayat anlamına gelir. Kurban edilen nesne tanrıyı beslemek onun insan kaderine egemen olmasının devamını sağlamak içindir. Aynı paralelde düşünen S. Kierkegaard, tanrıdan gelen kutsal gücün, insanın tanrı için kestiği kurbanlarla yine tanrıya dönmesini, kutsal enerjinin kozmos içindeki dolaşımı şeklinde yorumlamıştır. Kurbanlarla beslenen tanrılar, güçlü olacak ve insanların kaderine hükmedeceklerdir. İnsan güçlü olan, her şeye kadir olan varlığa inanarak bu dünyada emniyet içerisinde yaşamak arzusundadır, hatta bu insan için bir ihtiyaçtır. Çünkü iman bir güvenme, yakınlaşma, ümitle bağlanma olayıdır. İnanılan varlık insana bir iç huzuru, güven açısından tatmin sağlamaktadır.

Bu izahlar çerçevesinde ilkel insanın düşüncesi anlaşılabilmektedir. Kendisini tamamen aciz hissettiği dünyada dayanabileceği, güvenebileceği ve yakınlık kurabileceği bir tanrısı vardır. Bu tanrı var olmalıdır ki, onu her türlü tehlikeden korusun. İlkel, kurbanlarla özdeşleştirdiği tanrının hayatını devam ettirmek gayesiyle kan akıtmaktan da geri durmamıştır.

Kurban çoğunlukla karşılıklı istekler sonucudur. “Ben veriyorum, sen de ver” mantığını güder. Özellikle ilkel insanların tanrılarına kurban kesme sebepleri içerisinde zikredilen bu mantık, davranışlarla da desteklenir. İlk ürünün, ilk yavrunun kurban edilmesinde, “Biz sana veriyoruz, sen de bize daha fazlasını ver” düşüncesi gözlemlenebilir. Yine insan kurbanlarının çok görüldüğü toplumlara bakılırsa bunların çiftçi toplumları olduğu dikkati çeker. Tanrıya verilen insan kurbanlarının verimi arttıracağı düşüncesi onları insan kurban etmeye yöneltmiştir.

Alçak gönüllü, giderek bencil köklere dayandığı halde kurban, dinsel eylemlerin en soylusudur. Kurban, tapınan insanın benliğini tümüyle kendi kendine “Var Olanın” amacına bırakması ve tanrıya olan bağlılığındaki yetersizliklerin sürekli bir onaranıdır.

Kurban, duanın yanında ibadetin en önemli tezahür biçimidir. Yüce olanın karşısına “O’nun teveccühünü” kazanmak amacı ile armağansız çıkılmaması bir adettir. Bunun dışında kurban arınma vasıtası olarak da sunulurdu. İffetini koruyamayan Hintlinin, bir eşeği dört yol ağzında kurban etmesi gibi. Burada eşek günahın örtülmesinde bir vasıta olarak kullanılır. Kurban sadece metafizik varlığa da verilmeyebilir. Bazen bir tarlanın tohumlanması için bile kurban verildiği olur.

Birçok dinde mevcut olan kurbanın amaçlan arasında kefaret düşüncesinin var olduğunu da görüyoruz. Kefaret insanın tanrısına karşı olan tutumlarında kendisini yetersiz görmesinden, eksik hissetmesinden doğan suçluluk duygusunun onarımıdır. “Kefaret kurbanı” beşeri dinlerde olduğu gibi ilahi dinlerde de mevcuttur. Musevilikte günahla yüklü olduğuna inanılan bir teke tabiata salıverilirdi.

Psikolojik açıdan kefaret kurbanı ile suçluluk duyguları arasında bir ilişki kurulabilir. Suçluluk duygusu, insan pişesinin önemli iki kavramı olan “ben” ile “ideal ben” arasındaki uyumun bozulmasından doğan bir durumdur. Suçluluk duygusu evrensel ve insani bir olaydır. Böyle bir durumda kişi işlenen suçu itiraf etmekle manevi olarak rahatlar. Fakat kişi sadece itirafla da yetinmez günahın etkisini gidermek için onarmaya da yönelir.

Suçluluk duygusunu daha geniş çerçeve içerisinde ele alırsak tanrının üstünlüğünü kabul eden kişi O'na karşı olan borcunu ödeyemez durumdadır. O tanrıdır ve kişi O'nu yüceltme görevini asla tam olarak yerine getiremeyecektir. Bu durumda da kaçınılmaz olarak suçlu olma şuuru ortaya çıkacaktır. İşte din bu borcu, diğer ibadetler arasında kurbanın sembolik hareketi ile ifade etmektedir. Dolayısıyla kefaret kurbanı bu anlamda bir onarımın sonucudur.

Not: Özkan Karaca; Dinlerde, Mitolojilerde, Savaşlarda: Kurban, MSN Yayınları, İstanbul, 2017.ss.167 eserinden alınmıştır...

# YAZARIN DİĞER YAZILARI

Yazar Özkan Karaca -


göndermek için kutuyu işaretleyin

Yorum yazarak Sonsöz Gazetesi Topluluk Kuralları’nı kabul etmiş bulunuyor ve yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan yorumlardan Sonsöz Gazetesi hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.

Haber ajansları tarafından servis edilen tüm haberler Sonsöz Gazetesi editörlerinin hiçbir editöryel müdahalesi olmadan, ajans kanallarından geldiği şekliyle yayınlanmaktadır. Sitemize ajanslar üzerinden aktarılan haberlerin hukuki muhatabı Sonsöz Gazetesi değil haberi geçen ajanstır.



Malatya Markaları

Sonsöz Gazetesi, Malatya ile özdeşleşen markaları ağırlıyor.

+90 (422) 323 52 92
Reklam bilgi

Anket Malatya Büyükşehir Belediye Başkanlığı İçin Kime Oy Vereceksiniz?