İçimizi dahi donduran boran, ayaz , kar ,kış , yani eskilerin deyimiyle zemheri..
Vardır elbet her gönülde ayrı bir tanımlaması , bazıları kar olgusuna daha hümanist yaklaşırlar.
Derler ki: evi olanlar için güzeldir kar yağışı. Kimisi duygusal bir an kovalama peşindedir.
Alır çayını kahvesini hemen pencere önüne koşar ve bir de story çekti mi tamamdır.
Kimisi annemdir mesela; pencere önünde saatlerce oturur ve karın yağışını seyreder.
Bir kısmı ise koştur koştur işe belki de okula yetişmeye çalışır.
Şimdilerde bir yerlere yetişme telaşı iyi durumda sayılabilir en azından daha kabul görür .
Benim hatrımda kalan bir takım anlarda ise hep iki buçuk saatte bir gelen otobüsü donmuş kirpiklerimizle bekliyoruz.
Yürüdüğümüz karlı yolların cabası zaten bilahare konuşulmalı.
Su geçiren ayakkabıları saymıyorum.
Ya da üşüyen ellerimi nereye koyacağımı hiçbir zaman bilemezdim.
Hala her kar yağışında gitmez üzerimde izi ve ellerim boşlukta asılı kalır.
Ki günümüzde dahi bir yerlerde böyle çocukların böyle kasabaların varlığı burnumun direğini sızlatmıyor değil .
Soba başında sıcacık oturmak her türlü şiire ve bakış açısına konu olabilir.
lakin sobayı yakmak icin yaşanan bir mücadele vardır.
Güzel olan o sıcacık hissin yerini sürekli yaşam kavgası veren duygular alır .
Sıcacık dogalgazlı evinde oturan kişilerin samimiyetsiz sobalı köy evi edebiyatından hakkım olarak hoşlanmıyorum.
Düşünüyorum ki bu kişilerin elleri asla buz kesen suya değmemiş ya da o suları soğuktan çoğu kez donmamış ve soğuk üzerine bir de susuzluğu görmemişler.
Yani demem o ki mücadele ruhunu bilmeyen kişiler icin belki de kar kış ve köy yalnızca soba başı kestaneyi hatırlatabilir.
“Severiz” derler köyü.
Peki köyde kış mevsimini kapanan yolları, donan suları , gidilmeyen okulları da severler mi acaba ?