Bugün 10 Aralık, Dünya İnsan Hakları Günü. Ama şu soruyu sormadan edemiyorum: Hangi hak, hangi insan?
Dünya üzerinde bu kadar zulüm, acı ve adaletsizlik varken kutlanan bir "hak günü" ne kadar anlamlı olabilir?
Suriye'yi düşünelim. Esed rejimi, hapishane diye tarif edilen ama gerçekte insanlık onurunun yerle bir edildiği mezbahalar kurmuş durumda.
Yer altındaki bu işkencehanelerde kim bilir kaç masum insan, ne tür acılar çekiyor?
O karanlık duvarların ardında insanlığa dair ne kalmıştır ki?
Gazze...
Bir savaş değil, düpedüz bir insanlık trajedisi. Bombalar altında yok edilen hayatlar, çocukların gözlerindeki korku, yıkılmış evler ve silinmiş umutlar.
Kimse bu durumu görmüyor mu? Yoksa görüp de sessiz kalmayı mı seçiyorlar?
Doğu Türkistan'da yaşananlar ise başka bir vahşet örneği.
Toplama kampları, asimilasyon politikaları, din ve kültür üzerinde uygulanan baskılar... Bu, adı konulmamış bir soykırım değil de nedir?
İnsan hakları denen kavram, bir metinden ibaret mi?
Öyleyse o metin, Suriye’nin yer altındaki zindanlarına, Gazze’nin enkazlarına, Doğu Türkistan’daki kamplara ulaşamıyorsa neye yarar?
Bu kadar zulmün, acının ortasında İnsan Hakları Günü’nü kutlamak, bir ironi değil mi?
Bugün, insan hakları adına konuşacak bir şey bulamıyorum.
Çünkü insanlığın kendisi yara almış, hak ise çoktan çiğnenmiş durumda.
Hak, güçlünün elinde bir araç olmuş; insan ise haklarını arayacak durumda bile değil. O zaman önce insanlığı hatırlamak gerek. İnsanlık olmadan, hak kavramı havada kalır.
10 Aralık’ta kutlamadan çok, hesap sormalı.
Nerede hata yaptık ki bu kadar acıya seyirci kaldık?
Belki o zaman İnsan Hakları Günü, gerçekten bir anlam kazanır.