Aralık ayına adım attık. Eskiden kış mevsimini, kar yağışını severdim.

Beyaz örtünün her yere huzur getirdiğini düşünürdüm. Ancak şimdi, kar tanelerini görmek bile içimi hüzünle dolduruyor.

Çünkü kar, artık bana başka şeyleri hatırlatıyor:

6 Şubat Kahramanmaraş merkezli depremleri, o kış gecesinde enkaz altındaki binlerce canı…

Bir de mazlum coğrafyaların sessiz çığlıklarını getiriyor aklıma.

Soğuk havalarda ayaklarında çorap bile olmayan çocukları, barınaksız insanları düşünmeden edemiyorum.

Çetin kış şartlarında donarak yaşamını yitirenleri…

İçime işleyen bu görüntüler, sadece üzüntü değil, aynı zamanda vicdani bir hesaplaşma yaşatıyor bana.

İnanıyorum ki her birimizin bu hayatta verdiği sınav, Mahkeme-i Kübra'da yeniden önümüze çıkacak.

Dünyanın bu kadar adaletsiz olduğu bir çağda, mazlumların feryadına kulak tıkamak, onların acısını hissetmemek, büyük bir yük değil midir?

Bu yükü taşıyabilmek ya da ondan arınabilmek için ne yapıyoruz?

Kış mevsimi belki beyazdır, ama bu beyazlık kimi zaman üzerini örttüğü kara gerçeklerle yüzleşmeye davet eder bizi.

Bu yüzleşmeden kaçamayız. Bugün bir nebze olsun üşüyen bir çocuğun yüreğini ısıtabiliyorsak, bir yetimin yüzünü güldürebiliyorsak, insanlığımızı kurtarabiliriz.

Çünkü vicdan, kışın en soğuk gecesinde bile bizi ayakta tutacak tek şeydir.

Kar yağarken artık içimde huzur değil, sorumluluk hissi uyanıyor.

Belki de kış mevsiminin bize en büyük armağanı bu:

Bizi vicdanlarımızla yüzleştirmek ve daha iyi bir insan olmaya davet etmek.