Günümüz çocukları, dijital dünyanın büyüsüne kapılarak adeta kendi gerçekliklerinden uzaklaşıyorlar. Bu yeni sanal dünya, onları üretmekten alıkoyuyor, yaratıcılıklarını sınırlandırıyor ve nihayetinde onları topluma yabancılaştırıyor. Çocuklarımız, ellerindeki cihazlar aracılığıyla fiziksel dünyanın sunduğu deneyimlerden mahrum kalırken, yalnızca tüketici pozisyonuna itiliyorlar.
Peki, bu sanal ütopya nasıl bu kadar cazip hale geldi?
Çocuklar, oyunlar, sosyal medya ve dijital içeriklerle dolu bir dünyaya doğuyorlar. Bu dünya onlara sınırsız olanaklar sunuyor gibi görünse de, gerçekte onları üretken bir birey olma yolundan saptırıyor. Eskiden sokaklarda oynayan, keşif yapan ve kendi hayal gücüyle oyunlar kurgulayan çocuklar, artık ekran başında başkalarının tasarladığı dünyalarda hapsoluyorlar. Sanal dünyanın sunduğu bu sahte özgürlük, onları aslında daha dar bir alana sıkıştırıyor.
Bu dijital ütopya, çocuklarımızı dünyadan koparıp, onlara gerçeklikle bağdaşmayan bir yaşam sunuyor. Gerçek dünya sorunlarıyla yüzleşmek yerine, kaçış noktası olarak dijital dünyayı kullanıyorlar. Bu, onları sadece bireysel olarak değil, toplumsal olarak da izole ediyor. Yaratıcı düşünme, sorun çözme ve birlikte üretme gibi yetenekler geri planda kalıyor.
Sonuç olarak, çocuklarımızın dijital dünyaya olan bağımlılığı, onları üretmekten ve gerçek dünyayla anlamlı bir bağ kurmaktan alıkoyuyor. Onları bu sanal ütopyadan çıkarıp, yeniden doğayla, insanlarla ve gerçek dünyayla buluşturmamız gerekiyor. Çocuklarımıza sadece tüketici olmayı değil, aynı zamanda üretici olmayı da öğretmeli, gerçek dünyanın sunduğu sonsuz olanakları onlara hatırlatmalıyız. Çünkü geleceğin dünyasını inşa edecek olanlar, sadece izleyenler değil, üretenler olacaktır.