Modern yaşam bizleri binalara hapsetti. Müstakil evlerin sayısı günden güne azalırken, insanlar en az 20-30 aile ile birlikte yaşamak zorunda kalıyor bir apartmanda. Yeni nesil için bu hayat tarzı çok fazla sıkıntı teşkil etmese de eskiler hayli zorlanıyor alışmakta. Onlar için nefes alabilecekleri avlu, küçük bir havuz, bir iki göz nuru ağaç, kapının önünde komşu hasbihâlleri yaşam tarzıydı senelerce. Bu kültür günden güne kaybolmakta. Kentsel dönüşüm insanların müstakil evlerini terk ederek binalara göç etmesine sebep oldu. Hâlâ müstakil evlerde yaşayan insanlar da nihayetinde var. Ama bunlar her mahallede istisna olarak meydan okumaktalar akıp giden zamana… Binalara göç eden bu insanlar bedenleri ile apartman dairelerine alışmaya çalışsalar da zihinlerini daima o tatlı hatıraların ferahlığında bıraktılar. Bunun için evlerinde çokça saksı, cam pervazlarında kuşlar için yemliklerle karşılaşmak mümkün. Saksılar ağaçların tatlı esintisindeki bahçeleri, avluları, cam pervazına konan kuşlar da o aranan özgürlüğü temsil ediyordu. Her sabah camın dış pervazına ekmek kırıntılarını, buğday tanelerini döküp, tülü oynatmamak ise kuşları ürkütmemek içindi. Çünkü kuşlar oldukça naif hayvanlar. Çabucak küsüp giderler. Ve bir daha geri dönmezler. Bu yüzden rikkatle kuşların yemini veren insanlar onları kaybetmemek için ince bir hassasiyet sergiliyorlar. Çünkü kuşlar da giderse kendilerine o tatlı hatıraları anımsatacak şeylerin sayısı tükenip bitecek. Serçeler, kumrular gelip buradaki rızıklarından nasiplenip gökyüzüne doğru süzülürken, tülün arkasından tebessümlerle onları izlemek keyiflendirir bu masum insanları. Sonra saksıdaki salon bitkilerini sulayıp, güneşlenmesi gerekenleri gerekli yerlere alıp bir de onlarla sohbet ederler. Şaşılacak şey değildir. Bu çiçeklerde bir candır onların nazarında ve bu kâdim gelenek onlara her canın kutsal olduğunu öğretmiştir. Çiçeklerle sohbet ederken onlara tatlı sözler söylemeye özen gösterirler ; yapraklarını hafifçe okşarken ise bu şefkati tüm doğallığıyla dışa vururlar. Solup giden çiçekler ise üzüntü dolu bir vicdan azabıdır.
Çiçek bizim kadim kültürümüzde kuşlar kadar önemli bir yer edinebilmiştir kendine. Öyle ki Osmanlı’nın bir devri bir çiçekle ifade edilmiştir. Bir çiçeğe olan merak bir devri şekillendirmiştir. Değil mi ki Lale Devri, bir dönüm noktası olmuştur. Çiçeklere olan merak şehirlerin pek çok köşesini birer tabloya dönüştürmüştür adeta. Bu kadar da değil şairler her bir çiçeği dikkatle incelemiş ve sevdiğini teşbih ederken sonuna kadar yararlanmıştır bu zarif canlıların aleminden.
Şu güzel beyit Ahmedi’den
‘’ Bu ne yüzdür bu ne gözdür bu ne zülfü bu ne bâlâ
Biri lâle biri nergis biri sümbül biri tûbâ ‘’
Bütün çiçeklerin şahı ise elbetteki güldür. Gül’ün bu denli kıymet bulmasının sebebi ise Alemlere Rahmet olarak gönderilen Peygamber Efendimizin (sav) methinde teşbih edilen bir çiçek olma şerefini kazanmasıdır. Bu yüzden geleneğimizde gül adeta eşrefi mahluk olan insan kadar hürmet görmüştür. Gülü koparmak, soldurmak hiçte hoş karşılanmamaktadır bu zarif medeniyette.
Kuşları ve çiçekleri ürkütmeyen, onlara kıymet veren bu insanlar günden güne azalmakta bilmem farkında mısınız? Şimdilerle bu hassasiyetleri gülünç bulup istihza edenler bile çıkmakta... Pek çok şeyin deforme edildiği zamanlarda duyguların ve hatta insanların da amiyane bir tabirle bozulması kaçınılmaz olmuştur. İki asra yaklaşan materyalist, seküler, bireyci anlayışlar toplumumuzun balans ayarını bozmuş, araç maalesef yoldan çıkmıştır.
Peki, netice nedir?
Haberleri açıp bir saat izlemek herhalde sonucu anlamaya yeter de artar bile…