Yeşilçam filmlerinde senaristlik yapan Ayşe Şasa’nın hayatı bizlere çok şey söylüyor. (Tiyatro oyunu, piyes, dizi ve film gibi eserlerin sahnelerini ve akışını yazana senarist denir.)

“Delilik Ülkesinden Notlar” kitabından alıntı yaparak hikayesini kendisinden dinleyeceğiz. Her okuru bu önemli yolculuğa çıkaracağız.

Aslında onun hikâyesi dün ve bugün bazı elit grubun ve İslam karşıtlarının içinde nefes alıp verenlerin ne denli etkilerinde kaldıklarını gözler önüne serecektir.

İnkardan imana yapılan yolculuğu ve entelektüel geçinenlerin nasıl bir sığlık içinde olduklarını Ayşe Şasa ile daha iyi anlayacağız.

“YOLUNU ŞAŞIRMIŞ MODERN İNSANIN PROTOTİPİYİM”

Ayşe Şasa’nın Ateist yaşamı benimsemesi, akıl hastanesinde yatması ve nihayetinde iman etmesi gibi olaylar dikkat çekicidir.

Uzun bir zaman diliminde 40 yaşına kadar bu yaşamı soluyan ve içinde bulunduğu toplumun kurbanı olan Ayşe Şasa… 40 yaşında İslam’la barışmış, 48 yaşında ibadetlerini yerine getirmeye başlamıştır.

Karanlık ve seküler bir geçmişi olan Şasa, kendisini çıldırtacak olaylarla karşılaşır. Nihayet tımarhanelik olur.  

O, “Delilik Ülkesinden Notlar” adlı eserinde dikkat çekici yaşamına şöyle işaret eder: “Koyu bir inançsızlıktan yoğun bir inanca yönelen biri, yol üstünde neler yaşar, neler görür, neler söyler?” (sy. 15.)

Neden Ayşe Şasa’yı makalemize konu ediniyoruz? Cevabı kendileri versin.

“Aslında ben, Türkiye’deki modern kesimin prototipiyim. O yolunu şaşırmış modern insanın bir prototipi olarak hayatım başlıyor. Ben naçiz bir insan olarak yaşadığım tecrübeden başkalarının yararlanmasını istiyorum. Eğer yaşadığım tecrübe, büyük bir karanlıktan ışığa çıkmama yol açmışsa, bunu insanlarla paylaşmak isterim… Kendimi doğru yolu işaret eden bir yol tabelası farz ediyorum…” (sy. 164)

Evet, o, karanlıklardan aydınlığa çıkışı hayatı birçok insan için navigasyon niteliği taşımaktadır.

“10 Eylül 1988, Beynimde sürekli devam eden delilik nöbetlerini, bitmek bilmeyen iç-sorgulamaları, iç hesaplaşmayı hiç kimseye doktorlara bile anlatılmayan yanlarıyla kâğıda geçirmezsem, gözüm açık gideceğim. İnsanlığın tüm serüveni, milyonlarca, milyonlarca yıllık aşamalar, bir delilik nöbetinin tek bir dakikasında yaşanabiliyor.” (sy. 24)

Dünya bütün genişliğine rağmen dar gelince tutunacak bir dalı aramaya koyulmuş, insanların yüzyıllar boyunca sorgulamalarını kendisinin çıldırdığı bir zamanda yaşamış... 

“ALLAH’TAN BAŞKA BANA HER ŞEY ÖĞRETİLDİ”

Bu, eski Ateist, yeni ve son durağı İslam olan Şasa’nın İslâm’a dönüş sürecinin kısa bir anlatısıdır.

Cinnetten cennete uzanan bir yolculuk da diyebiliriz.

Kendisi bu hikâyesini şöyle tanımlar: “Bu hikâye, modern cahiliyeden, bir kez daha din dairesine dönüşün, nihayetten hidayete dönüşün hikayesidir.” (sy. 137)

Fakat modernite insanı tam olarak huzura kavuşturamıyor.

“Modernite insanın fıtrî özlemlerine cevap veremiyor. Cevap veremediği için de insana baştan sona bunalım getiriyor. Her insan arayışa çıkamıyor. (sy. 143)

O, modern dünyanın öz çocuğudur. İliklerine kadar modern yaşamın sorunlarını taşır. Geçmişinde taş devrine taş çıkartan hayatı yaşar.

Allah dışında her numara öğretilir ona…  

“Allah’tan başka bana her şey öğretildi. Ve bu yüzden deliliğim, sonunda, bana bir ebedi hayat bilinci olarak geldi.” (sy. 28)

“BATI’NIN SIĞ ÖLÇÜLERİ, BENİ OTUZ YAŞINDA ŞİZOFRENİYE GÖTÜRDÜ”

O, modern Batı’nın değerlerinin tam bir cinnet geçirecek yapıya sahip olduğunu düşünür.

“Dünyayı modern Batı’nın sığ, hastalıklı perişan ölçüleriyle değerlendirme çabası beni otuz yaşında şizofreniye götürdü. Evimin bir odasında yıllarca hareketsiz yattım...” (sy. 133)

Yeşilçam Günlüğü adlı eserinde aynı meslekten olan eşi Bülent Oran’dan o günlere ait acı bir gerçeği dile getirir:

“Türkiye’de entelektüel geçinmek istiyorsan iki özellikten birincisini Allah’a inanmamak, olduğunu belirtir. (Yeşilçam Günlüğü, sy, 231) 

Bu pasajlar onun içinden çıktığı toplumun tablosunu çizmektedir.  

“ZEHİR BENİM EĞİTİMİMDE VAR”

Talebeye zehir içirten eğitim sistemi…

Dünya’ya Batı’nın değerleriyle bakan bir ortamda yetiştiğini dile getiren Şasa, dönemin birçok entelektüelin yediği darbeyi yemiştir.

Ciddi ölçüde kendisine inançsızlık telkin edilir, gençliğinde Allah anlatılmaz, sadece maddeciliğe endeksli bir hayat aşılanır.

O bu durumu şöyle dile getirir: “Zehir, benim eğitimimde var. Almış olduğum birçok negatif etkinin, nihilist edebiyatın, batıl inancın, kötü telkinlerin etkilerinin çöküntüleri, hezeyanlarla dalga dalga dışarı vuruyor; ruh bunları dışarı atıyor. Ve sonuçta bir arınma oluyor. (sy. 158)

İçinde kızılca kıymet kopan Şasa “Nihayet yaratıcının varlığını keşfettim” der.  (sy. 19)

Öyle sıkıntılar yaşamış ki Kemal Tahir’in “Ben hapishanede çok çileli insanlar gördüm ama Ayşe kadar çilelisini görmedim” dediği Ayşe Şasa artık hakikati bularak kendine gelmiştir. (sy. 157)

İnançsızlık rüzgarına tutulmuş, kendi tayfasının kınamalarından çekindiği için İslam’a burun kıvırmıştır. Fakat İslam onun yakasını bırakmamış, sardıkça sarmıştır onu…  

Aslında bu olay sadece onun başından geçmez, bu gibi olayları yaşayan tek insan da o değildir.

Sevgili Okur!

İnsan vahiyden kopunca ne olur?

Ayşe Şasa ‘modern insanın vahiyden ve ilahî anlamlardan koptuğunda anlamsızlığa mahkûm olacağını’ söyler. Siz de buna inanıyor musunuz?

Unutmayalım, bataklıktan çıkan biri bu cümleyi kuruyor…