Bu makalemizdeki amacımız, sadece yakın zamanda gerçekleşen bir meseleyi kısa ve öz bir biçimde incelemektir. Dolayısıyla bu yazı ideolojik ve siyaset ile ilgili değil, bir fikir yazısıdır.

Zira ilim talebesi ilimle uğraşır.

Temel hedefimiz, merminin ucunda bulunan İslam ve kündeye getirilmeye çalışılan Müslümanların yaşadığı tarihe ışık tutmaktır…

Yusuf Kaplan’ın belli aralıklarla kaleme aldığı yazılarından bazı cümlelere de yer vereceğiz.

Zira o, bu konunun en önemli simalarından biridir.

Makalemizin başlığını kısaca açıklayarak söze başlayabiliriz.

Kara sevdalısı olunan her ideoloji, modern insanın dinidir.

Sistemin havarilerinin dört elle sarıldığı ne varsa din katına yükselir ve din adını alır.

Komünist-Marksist-Laik (vb.) kişiler, kendi ideolojilerine göre düşünür.

Bu sefer önümüzde kapitalizm, laisizm, Marksizm ortaya çıkar.

Bu ideolojilerin taraftarları ideolojilerini din gibi gördükleri için ona zarar verecek her şeye düşman kesilirler.

Bugün bunun hedefinde İslam bulunuyor. İslam’ı öcü gösterip, cadı avına çıkmaları bundan dolayıdır. Burayı iyi anlamak lazım ki aynı cadı kazanına bizleri bir daha düşürmesinler

28 Şubat 1997’de bu güzel ülkemizde birileri lağım faresi gibi ortaya çıktılar.

Müslümanları kemirmeye başladılar. Müslümanların dinlerini yaşamalarının önünü tıkamaya çalıştılar.

Bütün enerjilerini Müslümanları sahanın dışına itmek için harcadılar

İmam-Hatip ve Kur’an Kursu öğretimi derin bir yara aldı. (Bugün birinci sınıf olmasalar da her şeye rağmen kendi misyonlarını düşe kalka yapmaya çalışıyorlar. Büyük bir temenni gibi görülse de ümmetin gözbebeği olmalarını ümit ediyoruz.)

İSLAMI VE MÜSLÜMANLARI SİLME PROJELERİ

Hedefte din ve dindarlar vardı.

Bir taraftan organik ve orijinal kimliğe sahip olan İslam’ın ümüğü sıkıldı, diğer taraftan sahte ve hormonlu bir İslam inşa edildi.

Birilerinin ve sistemin isteğine, baş üstüne diyen uysal ve uyumlu bir İslam yaratıldı.

Hayattan uzak, sesi çıkmayan ve kabuğuna çekilen bir İslam’ı peydahladılar.

İslam ve Müslümanlar salyangoza dönüştürüldü.

Böylece her biri kabuğuna çekilmeye zorlandı. Kabuğuna çekilmek istemeyenler de demir parmaklıklar ardına itildi.

Yusuf Kaplan’ın şu ifadeleri derin anlamlar içermektedir:

“Tanzimat’tan 28 Şubat’a kadar bu toplum, dışardan dayatılan, içerde celladına âşık elitler tarafından uygulanan travmatik ameliyatlarla hizaya getirilmeye, adam edilmeye, ehlileştirilmeye çalışılmaktadır...

Kaplan’a göre bu hareket ile üç büyük ihanete kapı aralanmıştır.  

Birincisi, “irtica tehdidi” palavrasıyla, toplumun İslâmî kimliğinin yok edilmesi ihanetidir. 

İkincisi, 28 Şubat,  Türkiye’nin parçalanmasının zihnî, sosyo-kültürel temellerinin atıldığı bir ihanetin adıdır.

Üçüncüsü, “Ilımlı İslâm” projesi olarak da bilinen İslâm’ın protestanlaştırılması ihanetinin dönüm noktasıdır.

Yüzyıldan beri Müslümanları İslâm’dan uzaklaştırmak için projeler üretiyorlar.

Çünkü İslam’ı kendi ideolojilerine karşı bir tehdit unsuru olarak gördüler. Bu yüzden onu adeta kıyma makinesinden geçirdiler.

YÖNÜMÜZÜ BULDUK, FAKAT İSTİKAMETİMİZİ KAYBETTİK

28 Şubat mağdurları imanlarının bedelini ödediler.

İmanları mı onları korudu, yoksa onlar mı imanlarını korudu diye bir soru akla gelebilir.

Bize göre imanları onları omurgalı olmaya davet etti.

Onlar da bu daveti makama ve ekmeğe kurban etmediler.

Kaplan tam yerinde bir tespit yaptı. “28 Şubat’ta yerlerini, duruşlarını ve dünya tasavvurlarını değiştirmekten çekinmeyenler görüldü. Konjonktürel dalgalanmalara göre savrulanlar oldu, hem de kitleler hâlinde!

İnsanların kıbleleri değişti. Gücü ele geçirme, kariyer sahibi ve para-pul sahibi olma aşkı onları yoldan çıkardı.

İslâmî kesimlerin hızla, hazla ve tam gaz sekülerleşme, protestanlaşma oranında büyük bir patlama yaşandı.”

Evet, mermi kurbanları, makam kurbanlarından az değil.

Konfor ve rahatlık kara bulut gibi çöktü üzerimize… Hala bu bulutun içindeyiz… Bir türlü üstümüzdeki bulutu savuşturamadık. Herhalde bu bulut üzerimize yağmur değil, arzularla karışık yağmur yağdıracak.

BAŞÖRTÜSÜNÜ KAZANDIK, TESETTÜRÜ KAYBETTİK

Başörtüsü ve rızık diyenler arasında rızkı işaretleyen pek çok birey sivrildi.

Ben böyle de dinimi yaşarım dediler, fakat fatura ağır kesildi.

Tesettürü öteleyip, kulun emrini önceleyen ve kendini emir kulu olarak adlandıran her bir Müslüman önce müteahhit, daha sonra da her şeye müsait oldu…

Dünya bütün genişliğine rağmen dar geliyordu. Ciddi bir hesaplaşmaya girdiler, Okul-Başarı-Rızık-Makam ve İman arasında gidip geldiler.

Burada bitmedi, örtü artık örtmemeye başladı. İlginç şekillere girdikçe girdiler.  

Hem hanımlar hem de beyler de tesettür duyarlığı büyük ölçüde buharlaştı

Sevgili Okur!

28 Şubat, Müslümanlığımızın kalitesini ve seviyesini görmemize imkân tanıyan bir turnusol kâğıdı işlevi gördü.