Bugünkü köşe yazımı merhum Bekiosmen’e ithaf ediyorum.

“Bekiosmen” Kürtçe bir terim olup “Osman’ın Bekir’i” demektir…

 Ve Bekiosmen benim ilk hocamdır…

Bugün bu yazıları yazabiliyorsam kesinlikle onun bu hamurda tuzu vardır…

Bekiosmen; mahallemiz için sağlam bir fetva makamı iken benim için de sağlam bir masal anlatıcısı idi.

Bugüne kadar dokuz kitaba imza atmış bir yazar olarak ilkyazı yazma ilhamımı Bekiosmen’in dizi dibinden dinlediğim masallardan almışımdır.

Bekiosmen; 30 Haziran 2021 tarihinde vefat etti.

Vefat haberini Ordu’da mukim iken almıştım.

Taziyesine, özellikle cenazesine katılmayı çok arzuladığım halde “Coruna” denilen meret hastalıktan yattığım için katılamamıştım.

Bekiosmen ile aynı zamanda dünürüz, benim kız kardeşim onun gelini olur.

Aslında bugünkü köşe yazımı O’na ayırmanın sebebi bir nevi onun maneviyatından özür dilemek babındadır. Evet, ben bugün O’nun ruhundan özür diliyorum.

Zira benim -serden geçti yıllarında- bir gün kendisiyle  “Kul Hakkı” hususunda tartışmamız olmuştu. Merhum demişti ki; “Allah diyor ki; karşıma hangi amelle gelirseniz gelin affedeceğim lakin “kul hakkı” ile gelmeyiniz…”

Ben de; “hocam, Allah bunu hangi ayette söylüyor” demiştim.

Hoca ayeti ya da sureyi delil gösterememişti, sonra “hadisler öyle diyor” demişti…

Bekiosmen kendi zamanında (kendince) en bilgili hocalardandı ancak soruma ayet veya sure ile cevap veremediği için çok içerlenmişti ve benim de patavatsızca üstüne üstüne gitmemle küsmüştü, o günden sonra da daha da evimize ayak basmadı. Lakin ben sık sık ziyaret eder aramızdaki bu kırgınlığı gidermeye çalışırdım.

Ve o tartıştığımız günden sonra kafama bir soru işareti bıraktığı için bu konuyu hep araştırdım, ancak Bekiosmen’den sonra (elhamdülillah) öğrendim…

Şimdi olsaydı da gidip kendisine söyleseydim.

Hocam bir hata yaptım; “Kur’an’da kul hakkı diye bir şey geçmiyor” dediğim için özür dilerim meğer geçiyormuş hem de bir surenin ismi olarak geçiyor…

Lakin Arapçamız olmadığı için bilmiyorduk, biz sanıyorduk ki bu sure yalnız namazda okunan bir suredir…

Çünkü bize öyle öğretmişlerdi, “namaz suresi” diye…

Elbette ki her sure namazda okunur ancak “Maun” denilen 7 ayetten oluşan bu sure meğer bizlere neler neler anlatıyormuş…

“Maun” demek, şimdiye kadar bizlere anlatıldığı gibi sadece “yardım ve zekât” demek değilmiş ve sadece bir namaz suresi de değilmiş…

“Gördün mü o, dini yalan sayanı? /İşte odur yetimi itip kakan; /Yoksulu doyurmayı özendirmez o. /Vay haline o namaz kılanların ki, /Namazlarından gaflet içindedir onlar! /Riyaya sapandır onlar/gösteriş yaparlar. /Ve onlar, kamu hakkına/yardıma/zekâta/iyiliğe engel olurlar.”

Meğer Maun Suresi’nin bizlere verdiği en büyük mesaj; Kamu malları talanı yani ğulûl suçunu işlemekmiş…

Mâûn Suresi, ğulûl suçu işleyenlerin din açısından durumlarını hükme bağlayan bir sure imiş…

Ehlinin malumudur, “bir Kur’an terimi olarak ğulûl, ‘kamu emanetlerine hıyanet, kamuya ait hakları talan etmek’ demektir.

Demek ki, “kul hakkı” denilen bir gerçek varmış ve bu cürmü en çok işleyenler de halkı kandıran siyasetçilerdir…

Tekrar Bekiosmen’e dönecek olursak; bu vesileyle kendisine bir kez daha Allah’tan rahmet ve mağfiret diliyorum.