Dünyanın en eski uygarlıkları ırmak kenarlarında ortaya çıkmıştır. Nil vadisinde Mısır, Fırat ve Dicle Nehri kenarında Mezopotamya ve Indus nehri yakınında Hint ve Sarı nehir çevresinde Çin Uygarlığı ortaya çıkmıştır. Irmaklar uygarlıkların hem tarım hem de taşımacılık yapmalarına olanak sağlamıştır. Böylece Irmak kenarları aynı zamanda uygarlıkların da ortaya çıktığı yerler olarak belirlenmiştir. Irmak suları çiftçilere tarım yapma olanağını vermiş ve toprağı islemelerini sağlamıştır. Toprağı işlemeyenler ise madencilik ya da şehirlerin oluşturulması gibi alanlarda çalışmışlardır. Uygarlık bu anlamda “şehirli olmak” ya da şehirlerde yaşamak olarak adlandırılmıştır. Şehirde yaşamak uygarlık tarihinin başlangıcı sayılsa da insan yeryüzüne gelişi ve ilk taş aletleri kullanması aslında uygarlığın başlangıcını oluşturur.
Anadolu’nun coğrafi konumunun elverişliliği, ikliminin insan yaşamın ve faaliyetine uygun olması, doğal kaynaklarının bol olması, su kaynakları verimli tarım arazilerinin varlığı nedeniyle daima dikkat çekmiştir. Bu nedenle tarih öncesi dönemlerden beri önemli bir yerleşim ve uygarlık merkezi olmuştur.
Asya adı önceleri sadece Ege denizine komşu bir alana verilirken sonradan kıtanın o dönemde bilinen bütün topraklarına yayılmış ve bu Büyük Asya'nın (Asia Majör) önce yalnız Sakarya'ya, sonra da Kızılırmak'a kadar olan batı kesimine Küçük Asya denilmiştir. Daha sonraları ise bu ad Akdeniz ile Karadeniz arasında uzanan yarımadanın tamamına verilmiştir. Eskiçağ coğrafyacısı Strabon, Samsun ile Tarsus çayı ağzı arasında çekilecek bir çizgiyi yarımadanın doğu sınırı olarak kabul etmekteydi. Roma dönemi öncesinde Anadolu kavramı henüz ortaya çıkmamış, yarımadanın muhtelif kısımları Frigya, Lidya, Karya, Misya, Likya, Bitinya, Kapadokya gibi farklı adlarla anılmıştır. Bu isimler, eski Hitit çağından sonra. Roma egemenliği öncesinde Anadolu'da oturan ve menşeleri son derece karışık olan kavimlerin adlarından türetilmiştir.
Roma hâkimiyeti döneminde yarımada için Aşağı Asya tabiri de kullanılmaya başlanmış, buna karşılık Asya'nın Anadolu yarımadası dışında kalan kesimlerine de Yukarı Asya adı verilmiştir. Anadolu kavramı ise Bizans döneminde ortaya çıkmıştır. Bu deyim, Bizanslıların "güneşin doğduğu yer" anlamında kullandıkları Grekçe “anatoli” kelimesinden türemiştir. Bizans döneminde "thema" denilen idarî bölümlerin hiçbirinde Roma devrinin ve daha öncesinin bölge adları benimsenmemiş, Obseikon, Optimatom, Bukkelarion, Anatolikongibi yeni adlar kullanılmıştır. Bunlardan ThemaAnatolikon'a bu adın verilmesinde, topraklarının Bizans'a (Konstantinopolis) göre doğuda bulunması rol oynamıştı. Önceleri şimdiki İç Anadolu'nun batı kesimini meydana getiren Anatoli idarî bölgesi, 7. KonstantinosPorphyrogenetos döneminde (912-959) batıda Eskişehir civarından başlayarak güneyde Batı Toroslar'a ve Konya'ya kadar uzanıyordu. Bu idarî bölgenin adı sonradan batı kaynaklı eserlere Anatolia, Anatolie, Anatolien olarak geçti ve bazı kitaplarla haritalarda da bozulmaya uğrayarak Natolie şeklinde yer aldı.
Anadolu, coğrafi açıdan uzun bir yerleşme tarihinin birbirini ve çevre ülkeleri etkilemiş, değişik kültürlerin izlerini taşıyan özgün karakterli bir beşeri coğrafya bölgesidir. Bu özgün karakterli topraklarda medeniyetin temelini Hititler oluşturmuşlardır.
Anadolu’da insanların toplu olarak yaşamaya başlamasıyla birlikte, devletler kurulmaya başlamış ve farklı medeniyetler birbiri ardına ortaya çıkmıştır. Asırlarca devam eden bu devletler zinciri, Anadolu’nun yeryüzünün medeniyet beşiği olmasına sebep olmuştur.
Osmanlı Devleti, Selçukluların kültür ve sanatını geliştirmiş ve yeni bazı şekiller kazandırmışlardır. Türk yapı sanatında, Selçuklularda toplu mekâna doğru bir ilerleme başlamış ve Osmanlı mimarisinde Mimar Sinan’ın inşa gücüyle tamamen bütünlüğe kavuşmuştur.
Osmanlı İmparatorluğu döneminde Anadolu, 1362'de Rumeli eyaletinin teşekkülünden sonra 1. Bayezid devrinde merkezi Ankara olmak üzere bir beylerbeyilik halinde teşkilâtlandırıldı. Fâtih zamanında ise eyalet merkezi Kütahya'ya taşındı. Anadolu eyaleti, Bizans dönemindeki ThemaAnatolikon'un yerine az çok uymakla birlikte ondan daha büyük bir alanı kaplamakta idi. Nitekim Kızılırmak'ın denize döküldüğü yer ile Antalya körfezinin doğusunu birleştiren çizginin batısındaki bütün alanı kaplayan Anadolu eyaleti 16. yüzyılın sonlarına kadar on yedi sancaktan, bu tarihten sonra ise on dört sancaktan oluşmakta idi. 19. yüzyılın ikinci yarısında eyaletlerin yerini büyük vilâyetler aldı; böylelikle “Anadolu” kelimesi tekrar idarî bir bölüm adı olmaktan çıkarak coğrafî bir terim oldu.
Osmanlı mimarisi, türbe, medrese, kütüphane, köşk, konak, saray, hamam, iş hanı ve su kemeri, köprü inşaatında da hem mimari, hem de mühendislik açısından eşsiz eserler meydana getirmişlerdir. Bugün Anadolu’nun dört bucağı Osmanlı eserleriyle doludur.