I -  HEZEYAN SAPAĞI

Sabah çok erkendi. Bir kaç saat önce uyumuştum. Yine korkunç bir kabus görüyordum. Kapının çalmasına uyandım. Israrla çalıyordu. Kalktım açtım. İçeriye beş altı kişi hışımla girdi. İki tanesi üniformalıydı. Üniformalı olanlardan biri hemen yüksek sesle bir şeyler anlatmaya başladı. Bir cinayetten bahsediyordu ama söylediği her şeyi anlamıyordum. Aptal bir rüya gibiydi. Tiksiniyor gibi bakıyorlardı bana. Bazen kendi aralarında konuşuyorlardı. Çok ses vardı. Bana en uzak olan yaşlı adam hiç konuşmuyordu. Duvara en yakın olan oydu. Arkasındaki duvarda küçük bir örümcek vardı, dikkatim sürekli örümceğe kayıyordu. Oldum olası korkarım örümceklerden.

Üniformalı adam uzun konuşmasını şöyle bitirdi:

'' ... uzunca zamandır içinde onu öldürmekle ilgili bir arzu ve plan olduğunu da biliyoruz. Sen onu canavarca bir hisle öldürdün. Plan yaptın. Öfken hiç soğumadı. İntikamdan başka bir duygu gütmedin. Bir kişinin ölümü ile tüm insanların ölümünün vahameti arasında ahlaken hiç bir fark yoktur. Maktulün biricik hayatının bir telafisi olmaması gibi bu telafi edilemez olasılıkların zihinde canlandırılması dahi mümkün değildir. Yine bu bir kişinin yaşanmamış tüm günlerinin, sevinçlerinin, arzularının, mutluluklarının, vuslatlarının, hayallerinin; gelmiş geçmiş ve gelecek bütün insanların bütün hayatlarının toplamından bile daha önemsiz olduğunu söyleyebilir misin? Söyleyemezsin. Böyle mucizevi bir şeyi nasıl böyle dönüşü olmayan bir karanlığa soktun? Asla karşılığı değil ama sen ömrünün sonuna kadar bir zindanda çürüyeceksin''.

Hayretle dinledim. Göğsüm sıkıştı.

'' Siz delirdiniz mi? Ben işlemedim bu cinayeti babam işledi. Hem yıllar önce işledi. Evlatlar babalarının cezasını çekmemelidir'' dedim.

'' Fakat evlatlar babalarına dönüşmek için mutlaka bir yol bulurlar'' dedi.

Bu söylediği tüm hayretimi bir kabullenişe çevirdi. Suçlu olduğuma büyülü bir şekilde ikna oldum. Her şey bitti dedim kendime. Artık ölene kadar bir zindanda çürüyeceğim.

'' Bana biraz izin verin uğramam gereken bir yer var. Yalvarıyorum izin verin bir daha şansım olmayacak. Söz veriyorum döneceğim, inanın kaçmayacağım'' dedim.

Hepsi bana alaycı ve nefret dolu bakarken en arkadaki ihtiyar '' bırakın '' dedi.

'' Geri dönecektir''

Sadece o farklı bakıyordu bana. Acıyarak bakıyordu. Acıyarak bakması dahi hoşuma gitmişti. Hiç bir şeyi değiştirmezdi ama bana acısa bile beni anlıyor gibi hissettim.

'' Burada bekliyor olacağız fazla vaktin yok '' dedi görevlilerden biri.

Üzerime bir şeyler alıp çıktım.

Yürüdüm. Nerede olduğumu nereye gittiğimi ne düşündüğümü bilmiyordum. Yıllardır görüşmediğim hatta çoğu zaman doğru düzgün aklıma bile gelmeyen eski bir arkadaşımın iş yerinde buldum kendimi. Yukarı çıktım odasına girdim. Masasında oturuyordu. İyi görünüyordu. Ben iyi görünmediğimi biliyordum. İyi görünmesi içimdeki adaletsizlik inancını tetikliyordu. Utanıyordum ama böyle hissediyordum. Bir kaç saniye sonra tanıdı beni ve şaşkın şaşkın baktı. İyi hissetmiyordum. Kafam çok karışıktı. Nefes nefese kalmıştım. Çok acelem var gibi ve uzun zaman ne söyleyeceğimi hazırlamış gibi konuşmaya başladım birden. Sesim kararlıydı. Sitemkardı, hesap soruyor gibiydi.

II – UYUMSUZUN MANİFESTOSU

'' Niye geldiğimi bilmiyorum. Suçlu olduğuma hüküm verdiler. Beni tutsak edecekler. Az zamanım kaldı. Çok tuhaf. Sana ait anılarım bile o kadar eski ve unutulmuşken, yıllardır doğru düzgün aklıma bile gelmiyorken, seni bir daha görmeyeceğime ve görmek için hiç bir sebep kalmadığına bu kadar eminken; hapse gireceğimi öğrendim an, bir gün sana geleceğim kesinmiş ve yıllardır bunu biliyormuş gibi nasıl hissettim? Tereddüt bile etmedim. Kendimi burada buldum. Sana ne sormayı, senden ne duymayı umdum bilmiyorum. Hatırlıyorum her şeyi. Çok gençtik tanıştığımızda. Önümüzde uzun bir hayat vardı. Senin bir insanın hayatınca yapması gereken şeylere dair en ufak bir şüphen bile yoktu. Biz nerede ve hayatımızın hangi aşamasında isek sen oydun. İnsan başarılı bir öğrenci olmalı, iyi bir iş bulmalı, iyi kazanmalı, hatırı sayılır bir birikim yapmalı, örnek bir aile kurmalı, çevresi geniş olmalı gibi bütün amaçlar sana bahşedilmişti. Bütün her şeyi. Arkadaşlığı, aşkı, sadakati, iyiyi, kötüyü, doğruyu, merhameti biliyordun bunlar senin için sadece bazı şeylerin adlarıydı. Birer muamma değildi. Her şeyi gereğince yaptın. Ellerini kirletmekten korkmadın. Yapman gerekenleri neden yaptığına dair hazır cevapların vardı. Sen hep gerekeni yaptın, ben hep gerekeni sorguladım. Ben neden uzlaşamadım. Bendeki bu bakış açısı neyin bedeli? Kim tarafından cezalandırılıyorum?

Bu tam tanrının ceza anlayışına benziyor. Öyle ki kuş olsam uçmazdım belki. Yağmur olsam yağmazdım. Ben önemli olanın, insanın kendisini anlatabilmesi sandım. Bir insan ideali var ve ona yakın olmak tek amaç gibi görülür. Ben her insanın farklı olmasının doğal olduğuna inandım. Dostluk, aile, toplum gibi kurumlar var ve insanlara ne olmaları gerektiğini söylüyorlar sanılır. Ben o kurumları insanların şekillendirdiğini sandım.

Bu neyin cezası? Her gün her lanet olası şeyi sorgulamaktan hiç bir şey yapamamak. İnsanın aklı ile hepsinin hakikatine sahip olabileceğine inanmak. Durun dedim insanlara. Ölüm çok yakın. Delice şeyler yapıyorsunuz dedim. Birbirinizi incitiyorsunuz, bir kişilik tahtı düşleyen milyonlara dönüşüyorsunuz, fazla biriktiriyor, fazla umursuyor, birbirinizi anlaşılabilecek değil sadece hissedilebilecek şeyler olarak görüyorsunuz. Adaleti yanlış anlıyorsunuz dedim. İyiyi yanlış anlıyorsunuz. Merhameti yanlış anlıyorsunuz. Özgürlüğü bilmiyorsunuz bile. Benim canım acıyor öfkeleniyorum. Çoğu zaman kızıyorum da. Fakat siz zalimin zorbalığına alışmışsınız, mağdurun mecburi zorbalığı midenizi bulandırıyor. Sizi ezenlerden adaletin zaruretini öğrenmiyorsunuz. Zorbalığı öğrenip birbirinize uyguluyorsunuz. Böyle söyledim insanlara hep. İnsanlar bir tempo tutturmuş hep birlikte yürüyorlar, ben o tempoya ayak uyduramadığım için onlara çamur atıyor gibi hissettim çoğu zaman. Kendimi sorguladım. Fakat dahil olmak istedim her zaman. Olamadım. Acıyorum insanlara, tiksiniyorum insanlardan. Oldum olası tek derdim bu. Herkesin tek derdi bu. İnsanın tek derdi başka insanlardır. Bir şeye sahip olurken, bir şey olurken, bir şekilde görünürken, düşünürken, acı çekerken, mutlu olurken ve her ne yapıyorsa yaparken birine bir şey söylemeye çalışıyordur. Bu sadece insana özgü bir içgüdü veya anomali. Bir adam gidip bir dağ başında yalnız yaşıyorsa bile bu diğer insanlara bir şey söylemek anlamına gelir. İnsan ölümünden sonrasını bile hayal ederken yasının uzun sürüp sürmeyeceğini hayal eder. Tanıdıklarının kendisi olmadan hayatı anlamsız ve yaşanmaya değmez bulup bulmayacağını merak eder . İnsan galiba kendisi ile ilgili hiç bir şeydir. İnsan başkaları ile ilgili bir şeydir. Bundan artık eminim. Belki kendimi tüm bu saçmalıklarla mahvettim. İnsan her şeyin kötü olmasına alışır fakat her şeyin kötü olmasının sebebi olduğuna alışamaz. Bu bilinçle her akşam hayatımın sonu gibi oluyor. Bu akşam ölebilirim ve her şey böyle yarım kaldı. Son günüm olmasa bile diğer günlerinde aynı geçeceğini bilmek bana bunu hissettiriyor. Şimdi hiç bir şeyi telafi şansım yok. Baştan başlama şansım yok. Olsa bile yaşama becerisine sahip olacağım bir bakış açım yok. Ben hasta mıyım? En büyük temennim bütün bunların ruhumun karanlığı değil de aklımın hastalığı olması. Ancak böyle zayıfta olsa bu ızdırabın biteceğine dair bir umudum oluyor. Veya hayat o kadar imkansız ve acı verici değil insanlar için, sadece ben öyle görüyorum bunu başkaları bu kadar kötü yaşamıyor diye seviniyorum. Metafiziki korkularım başladı. Endişelerim arttı. Bu bir akıl hastalığı sebebi ile rasyonelden kopuş mu? Yoksa hakikat kendini orada gizliyor ve gizlenmek için dikkati rasyonele mi çekiyor? İyi ama hakikat neden gizlensin? Bunu belki asla bilemem. Bildiğim şey iyi değilim. Hiç iyi değilim. Hakikat gün gibi ortada olmalıydı.

Bazı geceler arkamda biri var gibi gelirdi. Tam arkamda onu göremeyeceğim şekilde duruyor. Bütün ışıkları açmak isterdim. O kadar çok ışık yakmak isterdim ki gece kaybolsun. Çünkü arkamda biri varsa o, gece gelir arkamda durur gibi gelirdi. Neden gelip orada duruyor. O bilinmezliklerle dolu. Fakat emin olduğum tek şey onun korkunç olduğu. Aniden dönerdim. Defalarca arkamı dönerdim. Her dönüşümde korkardım arkamda kimse olmadığını görmek isterdim. Bir taraftan da bütün o korkuya rağmen onu görmek isterdim. Haklıydım arkamda biri var demek için. Bütün çirkinliği, kötülüğü, gücü ve korkunçluğu ile orada duruyor. Dönüp ona bakarken içimdeki her güzel şeyi söküp atan o zalim korkuyu; onun bilinmezliğini kırmak için göze alırdım. Önüme her dönüşümde yine orada gibi gelirdi. Galiba sadece ben bakmayınca orada var oluyor. Acaba onunda arkasında varlığından emin olamadığı, korkularının nesnesi olan da ben miyim?  Hakikati nasıl bilebilirim? Bilsem bile onun hakikat olduğuna nasıl ikna olabilirim? Buraya niye geldim bilmiyorum. Hiç biri seninle ilgili değil. Senden özür dilerim. Çok özür dilerim.''

Nefes nefese kalmıştım. Çırpınıyor gibi hissediyordum. Sakince dinledi beni. Benden ne duyacağını biliyor gibi dinledi. Sonra şunları söyledi bana.

‘’Hoş geldin dostum. Neden bana geldin? Ölüm gibi bir esarete gidiyorsun. Ve can havli ile hayatın senin için ifade ettiklerini anlatmak üzere onca yıldır görmediğin, belki nefret ettiğin, sahip olduğun tüm erdemlerin aksini ifade eden bir adama mı geliyorsun? Başka kimsen yok mu? Bunlar nasıl erdemler dostum? Sana zulmetmekten başka bir işe yaramıyor.

Hayat dahil olman gereken bir şeydir dostum. Hayatın kurabileceğin bir şey olduğunu sana kim söyledi? İnsanların inandığı her şey şüpheyi bertaraf etmek üzerinedir. İnsan kendisinin tanrısı değildir dostum. Öyle olursa insan kendisini bir tanrı gibi yargılar. Çünkü kendisinde kusursuz sıfatların hepsi vardır. Ve yine tüm bu sıfatların aksi ile dolu hayatı kendisine yakıştıramaz. Şüphe onu bitirir çünkü hakikate sahip olamadığını kabul edemez. Ölümü unutmaz, korkmaz, haz duymaz, haset etmez, biriktirmez, pişman olmaz yani yaşamaz. Doğrusu kusursuzun peşinde olmak hiç cazip bir şey gibi değil. O sadece bir ideal olarak kalır. O ideal akla uygun veya ortak çıkarları gözetiyor olabilir ama insanların o ideale göre hayatlarını şekillendirmek isteyeceğini sana kim söyledi? Hayatın akla uygun olması gerektiğini sana kim söyledi? Adalet iyidir dostum. Ama doğal değildir. Adaletin hayata uygun olduğunu kim söyledi? İnsanların ölümü hatırlamadığını, inkar ettiğini söylüyorsun. Yaşamak ölümü unutabilmek demektir dostum. İnsanın başkaları ile alakalı bir şey olduğu görüşüne katılıyorum. Sen neden böyle yaşadın? Başkalarını cezalandırmak için. Sadece kendini cezalandırdın. Senin hikayende seninle ilgili hiç bir şey yok dostum. Şimdi ben burada aynı şekilde yaşamaya devam edeceğim. Belki eksik yada yanlış yaşayacağım. Ama yaşadım diyebileceğim. Hata yapacak kadar özgür olacağım. Fakat sen ömrünün geri kalanını tutsak olarak geçireceksin. Bunun için üzülme dostum. Zaten sen oldun olası bir zindanda tutsaktın.’’

III - HÜKÜM

Onu dinlemek tuhaftı. Başım dönüyor gibiydi. Sarhoş gibiydim. Bir şeyler bana ağır geliyordu. Söyledikleri zihnimi bulandırmıştı ama yinede saçmalıyordu. Neden bu adama geldim diye kendime kızdım. Her şeye her zaman böyle sığ bakmıştır. Bütün anlattıklarımı mükemmeliyetçi olduğumu düşündüğü için hayata katılamadığım sonucuna indirgedi. Birden çıktım odasından. Kaçar gibi gittim oradan.

Eve döndüm. Merdiven boşluğunda benim evin kapısının önünde duruyordum. Zaman iyice daralıyordu. Her şey bitmişti. Ömrümün geri kalanında bir zindanda çürüyecektim ızdırap çekecektim ama halen umursamıyordum. Cebelleşiyordum yaşadığım her şeyle. Geçmişi düşünüyordum. Nasıl olabiliyor bu?

Uğramam gereken bir yer daha olduğunu biliyordum. Uğramak için karşı koyması zor bir arzu duyuyordum. Fakat gitmeyecektim. Zaten oraya gitmemi engelleyen şeyin cezasını ödemeye gidiyordum. Çıkarken cebime koyduğum bir mektup vardı. Çok uzun zaman önce yazdığım bir mektup. Bu esaret sonumu getirmemiş olsa asla muhatabına gönderemeyeceğimi bildiğim bir mektup. ‘’Kapıyı aç’’ diye başlayan uzun bir mektup. Artık o mektubun okunmasından daha büyük bir arzu duymuyordum. Mektubu muhatabına ulaştırması için, evimde beni bekleyen o yaşlı adama verecektim. Başkasına güvenemezdim. Sadece o alırsa mektup okunmuş olacaktı.

İçeri girdim. Evde kimse yoktu. Bütün ev sadece duvarlardan ibaretti. Örümcekler çoğalmış bütün duvarları kaplamıştı. Gövdeleri büyük ayakları uzun ve kıllıydı. Gölgeleri kocamandı. Kaçmak istedim. Arkama döndüm. İçeri girdiğim kapı yok olmuştu.