İngilizlerin Birinci Dünya Savaşı’nda esir aldıkları Türk askerlerinden Mısır’daki kamplarda bulunanların önemli bir kısmını kasten kör ettikleri iddiası Türk kamuoyunu 1919, 1920 ve 1921 yıllarında epeyce meşgul etmiştir.
Eyüp Sabri Bey, bu işin nasıl gerçekleştiğini hatıralarında:
“... Ermenilerin bu husustaki faaliyetlerini teshil eden yegâne amel, tellerde (esir kamplarında) bütün nöbetçi tabiplerin o mekânlardan olmasıdır. Esirlerin sıcakta, sabahtan akşama kadar güneşin altında angaryada çalıştıklarından kızgın kumun tesirinden göz ağrısına müptelâ olurlar ve bizzarur (mecburen) nöbetçi tabibe müracaat ederlerdi. Tabip, bunların gözlerine ilâç koymaksızın, eline bir şeker geçmiş gibi sevinerek hemen hastaneye kaydeder. Gözü ağrımakta olan nefer, hastaneye gitmek istemez ve gönderilmemesi için yalvarır, rica ederse de, cebrü tazyikle (zorla) gönderilir. On gün sonra gözsüz olarak avdet ederlerdi. (dönerlerdi)...”135 Avlularda 30-40 kadar nefer, birbirinin ceketlerinden tutarak dizi ile abdesthanelere (tuvaletlere) giderler ve o suretle def-i hacet edebilirler...”
Heliopolis esir kampı ile ilgili Kızılhaç heyetinin raporu da kısmen bu bilgileri doğrular niteliktedir. İngiliz belgelerine göre yüzlercesi, sonradan yazılan esaret hatıralarına göre ise binlercesi kör olarak dönmüştür.
Osman oğlu Hüseyin'in dört kişilik heyet karşısında verdiği ifadesi esirlerin sistemli bir şekilde kör edildiğini gözler önüne seriyordu:
"... Efendim esir düştüğüm zaman gözlerim sağlam idi. İskenderiye civarında Tel-el Kebir'de 5 numaralı tele koydular. Biz 300 kişi idik. Bir gün bizi havuz banyosuna soktular. Meğer havuzun içerisine bir takım ilaçlar koymuşlar. Havuzdan çıktıktan sonra gözlerimiz şişti, bozuldu. Sonra 7 numaralı hastahaneye yatırdılar. Bizimle esir düşmüş İslam doktorları orada esir bulunuyordu. Onlardan bizim gözlerimizin neden böyle olduğunu sual ettiğimizde yıkandığınız havuza asit-ifenik gibi bazı şeyler koymuşlar ve civarımızda bulunan diğer 13.000 kişinin de bizim gibi gözlerinin bozulduğunu gördük ve anladık. Mezkûr 7 numaralı hastahanede 5 gün kaldık. Sonra İngiliz doktorları bizi ameliyat yapacağız diyerek bayıltarak gözlerimizin bebeklerini çıkartarak bu veçhile bizi gözden halel bıraktılar,.. "
Er Fehmi'nin iadesini diğerlerinden daha önemli hale getiren bir başka husus daha vardı. O da bazı İngiliz doktorlarının mesleki ahlaktan yoksun davranışlar içerisinde olduklarıydı. Bir İngiliz doktorunun davranışı hakkında Fehmi ifadesinde şöyle diyordu:
"…İngiliz binbaşısı gelirdi, gece gözleri görür var mıdır, gözleri görüpte artık kaçacak kaldı mı içinizde diye sorardı. Demek ki hep bunlar mahsus bizi kör ettiler. İngiliz zabiti gözümüze iyice bakar hemen ameliyathaneye yazar. Ameliyathaneye gönderildiğinde gözünün dermanını sileceğim diye kaşık gibi bir aletle onu gözüne taktığı gibi gözleri çıkarırdı. Bunlar benim gözlerim kör olmazdan evvel arkadaşlara yaptıklarını görmüştüm…"
Bu ifadeler Ermeni tercüman ve doktorların yanı sıra İngiliz doktorlarının da müşterek hareket ederek Türk esirlerine zulmettiklerini hiçbir şüpheye yer bırakmaksızın ortaya çıkarıyordu. Bu duruma tepkisiz kalmayan Harbiye Nezareti dosyayı 23 Ağustos 1919'da İngiliz irtibat subayı Binbaşı Millence'ye ulaştırdı. Nezaret, esirlerin esaret esnasında gözlerini kaybetmelerinde Ermeni doktor ve hemşirelerinin rolüne dikkat çektiği yazısında henüz teslim edilmeyen ama erlerin tedavilerine daha fazla özen gösterilmesini talep etti.
Üslubunun yumuşaklığına rağmen yazı esirlerin kör edilmesinin iki devlet arasında önemli bir sorun haline dönüştüğünün işaretlerini veriyordu. Nezaretin elinde esirlerin kasten veya ihmal yüzünden kör edildiğine dair çok sayıda ifade bulunmasına rağmen sorunun bu şekilde dile getirilmesi Damat Ferit Hükümeti'nin dış politikada İngiltere ile yakın ilişkiler kurmak istemesinden kaynaklanmaktaydı.
Özkan Karaca, Dövüştüler, Götürüldüler, Dönemediler: Esarette Kalanlar, MSN
Yayınları, İstanbul, 2016.