Bu ülkenin birinci sınıf şair ve mütefekkirlerinden biri olan Sezai Karakoç’u, iki sene önce kasım ayı içerisinde ebedi aleme uğurladık.
Onu, yaşayan sahâbî olarak tanımlayan Yusuf Kaplan’ın da kulağını çınlatıyoruz.
Evet, üstad İslâm’ı pür dikkat yaşamaya odaklandığından ötürü onun yaşayan sahâbî olduğunu söyleyebiliriz.
Mehmet Görmez hocanın üstad ile şu diyaloğu bunun en açık göstergelerinden biridir.
“Diyanet İşleri Başkan Yardımcısı iken Sezai Karakoç’u ziyarete gittim.
“Üstadım, Diyanet olarak sizi hacca davet ediyoruz” dedim.
Sezai Bey, “Bana hac henüz farz olmadı. Farz olduğu zaman giderim inşallah” dedi.
Ben tekraren, “Efendim, Diyanet olarak sizi biz hacca götürmek istiyoruz” deyince
“Ben milletin parası ile hacca gitmem” diye cevap verdi.
Bunun üzerine ben kendisine tekraren, “Üstadım, bu ümmeti bir Arafat manifestosundan niçin mahrum ediyorsunuz” deyince
Sezai Bey “hoca, Arafat’ta manifesto yazılmaya gidilmez, vakfeye durmaya gidilir” dedi.
Üstadın Mü’min, hakikatli ve mütefekkir olduğunu gösteren sadece küçük bir örnek…
Bu diyaloğun ufkumuzu açan, eksiklerimizi törpüleme imkânını veren yönü de vardır.
DİRİLİŞ NESLİ, ÇAĞIN RUHU
Bu ülkede “Diriliş Neslinin Amentüsü” adlı anıt eserini bilenler parmak kaldırsın denilse bilenlerin dibe vuracağı açıktır.
Bu eseri okuyanlar bir adım öne çıksın denilse, karşıdan gelecek cevaplar daha da dibe vuracaktır.
Karakoç’un bu anıt eseri özgüvenin ve Rabbe güvenin kök salması için bir çağrıdır.
“Koşu bittikten sonra da koşan atlar” gibi yola revan olan genç kitleye bir manifestodur.
Mehmet Akif’te “Asımın Nesli”, Sezai Karakoç’ta “Diriliş Nesli/Eri”, Yusuf Kaplan’da “Öncü Kuşak” bu tanımların hepsi özlenen gençlik için kullanılıyor.
Fakat bizi ayağa kaldıracak ve kendimize getirecek kuşakların oyalandığına şahit oluyoruz.
MÜCADELEYİ SADIK YOLCU İLE SÜRDÜRMEK
Kafasından kelimelerin geçmediği, elini taşın altına koymayan ve ekranlara takılı kalarak adeta ölü taklidi yapan bir kuşak için yapılacak tek şey vardır: 4 tekbirle kıyamda durmak!
Üzerlerindeki ölü toprağını silkeleyerek dirilen bir nesle ihtiyacımız var.
Üstad, “Geldik, çağı gördük ve ürperdik” der. Fakat idamınızı bekleyin demiyor.
“Davamız ve dava için kavgamız hakikat davası, hakikat savaşıdır” diyerek bir derdimizin, kavgamızın ve savaşımızın olduğunu söylüyor.
Ajandalarımızı açalım ve üç önemli cümleyi sayfalara kazıyalım…
Karakoç “Birileriyle beraber, fakat kimilerine rağmen” sözü ile direnişimizin yolumuza taş koyanlara rağmen aynı davaya baş koyanlarla beraber yürüneceğini adeta zihin duvarımıza mıhlıyor.
Yola kimlerle çıktığımız çok önemli.
İsmet Özel’in de ifade ettiği gibi “İkna edilmişlerle yola çıkılmaz, yola inanmışlarla çıkılır.”
Yusuf Kaplan’da bu sözlerin özünü şöyle veriyor. “ Yol sefasını sürenlerle değil, cefasını çekenlerle yürünür.”
Evet, arkamızda, yanımızda ve önümüzde kimlerin olduğunu iyi tespit edelim.
Yürünecek yolun önemli olduğu kadar, beraber yürünecek dostların da bir o kadar önemli olduğunun şuuruyla hareket etmeliyiz.
Çığır açmak için yola çıkalım dediklerimiz çukurumuzu kazmasınlar, aman dikkat!
İNKÂR TUTSAKLIKTIR, İNANÇ ÖZGÜRLÜKTÜR
Meselemize odaklanalım, asıl meselemiz iman meselesidir.
Sezai Karakoç “İnkâr tutsaklıktır, inanç özgürlüktür.” cümlesini sırf iman ettiği için kurmamıştır.
Hakikat böyle olduğu için kurmuştur.
Zira iman etmediği halde hakkı haykıranlar da Karakoç ile aynı görüştedir.
Mesela Ateist psikanalist Lucken şöyle söyler:
“Tanrı fikrini yitiren bir insan, tanrı fikrini yitirdiği andan itibaren her şeyi tanrı yerine koyar.” Bu sözün sahibi iman etmediği halde doğruyu söylemektedir.
Çünkü tek ve biricik olan yaratıcıya inanmayan varlık her şeyi tanrı yerine koyar.
Böylece o köleleşir ve birilerinin tutsağı olur.
Yüce yaratıcıyı tanıyan özgürdür, çünkü sadece ona kuldur.
Sevgili Okur!
Karakoç “Şeytanın kentini darmadağın etmeye and içtim” diyordu.
Bugün tüm gücüyle hakikati haykıracak gençlere ihtiyacımız var.