Bazı arkadaşlar profilimdeki fotoğrafın benden daha genç olduğunu o fotoğrafın ben olup olmadığını sorarken neden o fotoğraf diyorlar…

Neden o fotoğraf…

Aslında fotoğrafların da dili var ve her fotoğrafta nice anılar saklıdır.

Benim profilimdeki fotoğrafım ise anılardan çok mazimin reenkarnasyonla tekrar geri gelmesi halidir.

Bir de o fotoğrafı çekenin bir hatırası var ki o fotoğrafa her baktığımda bana bir neşe gelir, sevinç dolar içim, bir hoş olurum, kendimi bahtiyar hissederim…

O fotoğrafı, 6 Şubat depremlerinde Diyanet personeli olarak çalıştığı Adıyaman ilinde üç kızıyla birlikte yıkılan bir apartmanın enkazı altında kalarak bu hayattan göçüp giden merhum Ramazan Kuş çekmişti…

Ramazan Kuş’la 28 Şubat Sürecinde Malatya E Tipi Cezaevi’nden tanışmıştık. O süreçten sonra da birbirimizden kopmaz bir parça gibi olmuştuk.

Ramazan Kuş -bencileyin- bu hayatta ağır imtihanlar vermiş ve buna karşın isyan etmeden İslami mücadelenin en ön safların yerini korumaya çalışmıştı. Ramazan Hoca, cezaevine benden bir hafta sonar sora gelmişti, kendisine istinat edilen suç; insanlara Kur’an öğreterek İslami örgüt kurmaktı.

Aslında O bu suçu cezaevinde de bizlere duygusal sohbetler vererek devam ettiriyordu. Cezaevini Medrese-i Yusufiye’ye çeviren Ramazan Kuş Hoca tahliye edildikten sonra da arkadaşlığımız kadim bir dostluğa dönüşerek devam etti…

Bu fotoğrafın çekildiği mekân ise MÜSİAD Malatya Şubesi…

O dönemlerde MÜSİAD Malatya Şubesi’nde sekreter olarak çalışıyordum ve yerel bir gazetede de günlük köşe yazıları yazıyordum yine. Ramazan Kuş Hoca beni ziyarete gelmişti, ‘Hocam’ dedim, ‘şöyle yakışıklı bir fotoğraf çek de yazı yazdığım gazetedeki köşeme profil fotoğrafı yapayım’, tebessüm ederek ‘o zaman şöyle dur, söyle bak, şöyle düşünüyor pozunu ver’ diyerek bu fotoğrafı çekti ve o gün bu gündür bu fotoğrafı köşe yazılarımın profilinde kullanırım. Bu vesileyle kendisini bir kez daha rahmetle ve şükranla anarak üç melek kızlarıyla birlikte mekânları cennet olsun, diyorum.

Ve o dönem benim hayatımın en zirve yaptığı dönemdi.

MÜSİAD gibi Malatya’nın seçkin işadamlarının bir arada olduğu bir kurumda sekreter/müdür sıfatıyla görev yapıyordum.

Cezaevinden yeni çıktığım için gazilik unvanı gibi bir kimliğe sahiptim ve gazetede günlük yazılar da yazdığım için gündemin en tepesinde zikredilen bir isim olmuştum.

Dahası “Bir İdamlık Kent” adlı cezaevi anılarımı yazdığım kitap da yeni yayından piyasaya çıkmıştı ki duyarlı Malatyalıların bir el kitabı haline gelmişti.

O dönemler benim en popülist dönemlerimdi öyle ki, Malatya’nın sokaklarında geçerken her beni göre, “kitabını yeni bitirdim, kitabını az önce okudum; çektiğiniz sıkıntılar günahlarınıza kefaret olur inşallah” şeklinde ilgi ve iltifatlarına mazhar olma bahtiyarlığını yaşıyordum…

Bahse konu fotoğrafa da yansımış olacak ki, bu hayatta en mutlu, mesrur ve dingin bir ruh halini yaşadığım o dönemdi benim.

Şimdi her ne vakit o fotoğrafa baksam derim ki kendi kendime, o güler yüz, o gülen adam ben miyim/ ben bu muyum?

Sanırım ömür çabuk geçiyor ve hayatın geri dönüşümü de yoktur…

O halde Allah’ın bizlere ikram ettiği bu ömrü güzel şeylerle/güzel şeyler yaparak geçirelim ve bu fani dünyada hoş bir seda bırakarak terk edelim.