Altına dikkat kesildiğimiz kadar bilgiye dikkat kesilseydik, bilgiye altın gibi değer verirdik. O zaman bilgi altın olurdu.
Her nesnenin uygun alıcısına götürülmesi gerekir. Antika bir eşyanın antikacılar çarşısına götürülmesi gerektiği yerde, demirciler çarşısına götürülse adilce bir iş yapılmamış olur.
Bilginin de ona göre alıcıları vardır, seçkin kişilerin anlayacağı bilgileri avama götürdüğümüzde zulmetmiş oluruz.
Bilindiği üzere zulüm; ‘bir şeyi uygun olmayan yere koymak’ demektir.
HİKMETSİZ İŞ YAPMAK
Fayansı uhuyla yapıştırmaya çalışana ne denir, peki tuğlanın üstüne slikon sıkmaya çalışana? Bu iki hareket hiç hikmete uygun olabilir mi ?
İşte bilgi ve hakikat de böyle bir şeydir. Muhatap tüm algılarını kapattığı halde, hakikati anlatmak için kendini paralayan ile akıntıya kürek çeken kişi aynı yolun yolcularıdır.
Hak etmeyene, zorla hakikati anlatmaya koyulmayalım ki, ne bilgi yorulsun ne zihinler zedelensin ne de ehli olmayanlar zorda kalsın!
Gelin antika eserleri kaba demirciler çarşısına götürmek istemediğiniz gibi, bilgiyi de kabadayılardan, kaba softalardan, kaba beyinlerden ve kaba görüşlülerden uzak tutalım da bilginin onuru örselenmesin!
Aslında bu sözleri açacak bir atasözünü biliyorum, ehline ulaşır mı ulaşmaz mı diye de çekiniyorum. Ya da biz söyleyelim “ balık bilmezse hâlık (yaratıcı) bilir” diyelim.
Sıkı durun, emniyet kemerinizi bağlayın….
Bazen bir muhataba bilgi aktarmak “körler mahallesinde ayna satmak” tan farksızdır.
Bu atasözünün anlamı “bir şeyi ehli olmayanlara, ihtiyaç duymayanlara götürmek” demektir.
İlim adamlarının en büyük çileleri algılarını kapatan kişilere, bir bilgiyi saatlerce servis etmeye çabalamalarıdır. Halbuki muhataplar sersefil… Muhatapların anlatılan hakikate ihtiyacı yok!
GÖZLERİ GÖRMEYEN VE KULAKLARI DUYMAYANLARA AYNA SATMAK!
Asıl karın ağrıtan nokta ‘ihtiyacı olduğu halde bilgiyi akıl değirmeninde öğütmeyenlerdir.’
“Onların kalpleri vardır, ama bunlarla gerçeği anlamazlar. Gözleri vardır, ama bunlarla görmezler. Kulakları vardır, ama bunlarla işitmezler. İşte bunlar hayvanlar gibidirler. Hatta daha da aşağıdırlar…” (A’raf, 7/179) âyeti tam da bu kişileri anlatıyor.
Ekmek ve su kadar ihtiyaç duydukları hakikate sırt dönenler, bıçak yarasından daha ağır bir yara açıyorlar.
Bütün bu çabamıza rağmen, sözlerimiz para etmiyor, kimse sözlerimize kulak kabartmıyor diye Ninova’yı terk edip gidelim mi?
“Körler mahallesinde ayna satmanın” anlamı olmadığını söyleyip, pılımızı pırtımızı toplayıp hadi benden bu kadar diyerek… Hz. Yunus’un Ninova’yı terk ettiği gibi biz de mi terk edelim?
Hani o kavmi anlamıyorlar diye içinde yaşadığı kenti bırakıp gitmişti. Rabbimiz Kalem Sûresinde “Rabbinin hükmüne sabret! Balık sahibi (Yunus) gibi olma!” (Kalem, 68/48) demişti.
Öyleyse şu üç soruyla hesaplaşmamız gerekiyor;
Sahaya çıkıp maçımızı oynamalı mıyız, yoksa 3-0’lık yenilgiyi kabullenmeli miyiz?
Benim sözlerim onları sarmıyor, sarsmıyor ve kendilerini sorgulamıyorlar diyerek Yunusça mı bir yol izlemeliyiz yoksa Nuhça mı?
Bize yakışan Hz. Nuh’un tavrını sürdürmek değil midir?
“(Nûh), “Ey Rabb’im!” dedi, “Ben halkımı gece gündüz (bıkıp usanmadan hak dine) çağırdım durdum” (Nuh, 71/5)
Topluluğu davete kayıtsız kalmasına rağmen Hz. Nuh davetini hala sürdürüyor. Bir vites bile düşürmeden hakikati anlatmaya çalışıyordu.
KÖRLER BAHANE EDİLEREK MÜCADELEDEN VAZGEÇİLMEZ!
Nuh peygamberin gemisine binmek zorundayız. Anlattıklarımızı alaya alanları, kulak ardı edeceğiz.
Neye mal olursa olsun, hakikat gemimizi yüzdürecek, geleceğimizi aydınlatacak işleri ev ödevimiz olarak göreceğiz
Biz zafere değil, sefere odaklanmalıyız.
Çünkü biz, seferin bizden, zaferin Allah’tan olduğuna iman ettik.
Rabbimiz bizi uğraşıpta başaramadıklarımızdan dolayı hesaba çekmeyecek.
Ama gücümüz yettiği halde elimizi taşın altına koymadığımızdan hesaba çekecektir.
Biz sahayı boşaltırsak yerimizi kim dolduracak?
Bize havluyu atmak yakışmaz…
Sahada kalıp en azından karınca misali çaba harcamalıyız.
Her şeye rağmen, hakikate karşı kör kesilenlerin karşımızda heykel gibi dikildiğini görsek de derdimizi, inandıklarımızı anlatmaktan asla geri duramayız.
Sevgili Okur!
Son olarak şu soruyla bu yazımızı noktalıyoruz.
Ninova'yı terk mi etmeliyiz, yoksa her şeye rağmen gemide mi kalmalıyız?
Yorumlar
Selda kurşun - Bir âlim incileri tavuklara dariyi insanlara vermeyin der bir tavuk inciyi beğenmez kekeler kenara atar taş bile ondan kıymetli olur
Malesef topluma su geldiğim noktada başka bir kavim olarak görüyorum Musa'nın kavmi sanki çölde bir altmış yıl gezmeleri gerekiyor nesil değişmesi belkide
Beliide ben bugün umutsuz bir gunumdeyim
Yada okumayan anlamayan kendini gelistirmeyen değil iki günü senelrri aynı olarak geçirip hüsranda olan bir topluluğun içinde yaşıyorum