Bazen Malatya’nın ahvalini yazmaktan, düşünmekten, gözlemlemekten ülkedeki gündemi kaçırıyorum. Bu yüzden bazı konuları gecikmeli olarak yazıyorum. Haftada iki gün yazı yazdığım Sonsöz’de pek çok konuya değindim. Yerel bir gazete olduğumuzun bilincinde ama internetin de etkisi ile daha geniş bir kitleyi hesap ederek kaleme alıyorum yazılarımı. Bu yüzden kimi yazılarıma yazılan ‘’ Malatya’nın gündemi bu mu?’’, ‘’Başka yazacak şey mi yok?’’ gibi tenkit muhtevalı yorumların hem benim yazılarımı okumadan, hem de verdiğim mesajları anlamadan yapıldığını düşünüyorum. Elbette bu yorumlara (hakaret olmadıkça) tahammül ediyorum. Görmezden gelip, gülüp geçiyorum bazen. Yazdığım her 3 yazıdan biri mutlaka şehrin sorunlarını ifade eden yazılar oluyor. Malatya’nın sıkıntılarına uzak kalıp fildişi kulesinden yazmıyorum. Yaşanan her sıkıntıya burada ikamet ediyor olmamdan ötürü ben de muhatap oluyorum. Ortalama bir gelir ile yaşam mücadelesi veren bir insanım. Hiçbir siyasi parti ile bağım da yok, yakınlığım da. Hiçbir siyasi partiye sempati de duymuyorum. Hatta demokrasiye karşı da arama koyduğum mesafeyi beni okuyanlar nihayetinde bilir. Bu yüzden ne siyasi etkinliklerde boy gösteriyor, ne de ucuz menfaatler peşinde koşuyorum.
2012 yılında kendi bloğumda yazmaya başladığım yazılarımda 5-10 kişilik bir okuyucu kitlesiyle büyük ciddiyet içinde her hafta kişisel düşüncelerimi paylaşıyordum. 2018’de kadim dostum Murat Aksaç’ın isteği üzerine Sonsöz gazetesine ilk yazımı yolladım. Ve askerlik, birkaç aylık araları saymazsak o günden bu yana sadece Sonsöz’e yazdım. İnternet sitesinde yapılan güncellemelerden ötürü eski yazılarıma okuyucular ulaşamasalar da gazete sayfalarında bu yazılar saklı durmakta.
Deprem ve korona salgınından evvel yazdığım yazılardaki dertlerin, sıkıntıların gün geçtikçe büyüyüp bir çığ haline geldiğini müteessir olarak müşahede ediyorum.
O günden bu yana gittikçe kötüye giden ahvalin elemi içinde kendime düşen vazifeyi, Hak namına yazmaya azami gayret ediyorum. Buna mukabil hata ve kusurlarım, yanlış ve eksiklerim de beşer olmanın tabii şartı olarak kaçınılmaz. Dolayısıyla kimi zaman sehven hata yapmak insan olmanın gereği. Takip edenler bilir ki geçmişte yazdığım bir hususta belli bir zaman sonra kendimi düzelttiğim de oluyor. İnsan tekamül ederken öğreniyor daima .
Sevgi ve nefrette ölçüye inanan bir insanım. Aşırılığı yasaklayan inancımın da gereği itidalli olmaya özen gösteriyorum.
Ve tenkitte ‘’isim vermemeye’’ çok dikkat ediyorum.
Kendimi tanımlarken ‘’İslamcı’’ demekten asla çekinmiyorum. Ve hatta ‘’Şeriatçı’’ denilmesinden onur duyuyorum. Geçtiğimiz haftalarda Şeriat üzerine yazdığım yazıda bu mefhumu izah etmiştim. Dolayısıyla şeriatın din karşılığında kullanılması ve şeriatçı insanın dindar insana karşılık geldiğini düşünüyorum.
İslam’ın evrensel değerlerini savunmak, Rabbimin yegâne hükümranlığına koşulsuz biat etmek, ‘kul’ olarak ona hizmet etmek hayatımın her alanında olduğu gibi yazarken de biricik vazifem.
İnsanların seküler çağda ‘’izm’’leri baş tacı etmesi, batıl davalar uğruna canhıraş mücadele vermesi normal iken inandığı dine hizmet eden bir Müslüman’a şaşılması nedendir?
Oturup konuşabilir, fikirlerimizi bir çay eşliğinde karşıdakine rahatça anlatabiliriz, sosyal medyanın çirkin yüzüne aldanmayalım.
Hakkımızda hiçbir fikir sahibi olmadan bir kelime ya da satırla hüküm verenlerin fikri ne kadar ciddiye alınabilir?
Sevmeyebiliriz ancak tahammül edelim.
İnanıyorsak birbirimize dua edelim. Dünya hayatı kısa bir yolculuk. Bu yolculuktan kârlı çıkmak ise en büyük mutluluk.
Bir nimet daha, anlaşılmak ve anlatabilmek.
Tâ-Hâ süresinden, Hz. Musa (as) Efendimizin şu güzel duası ile yazımı noktalıyorum:
"Rabbim! Göğsümü genişlet, işimi kolaylaştır, dilimin düğümünü çöz ki sözümü iyi anlasınlar''
Selam ve dua ile…