Bir söze nasıl başlanacağını düşünen yazara kalem eşlik ediyor. Daha doğrusu kalem eli götürüyor. Kalem deyip geçmeyin, kalemin silah ve meşale olduğu bilindiği günden beri insanlık hep onu yardımına çağırıyor. Kalemle hesap yapılıyor, makineler çiziliyor, aldı verdi yazılıyor.

Kalemin sadece bir araçtan ibaret olduğunu sananlar… Yanılıyorsunuz!

Kalemin çift fonksiyonlu bir özelliği olduğunu bilenler onu ellerinden düşürmüyorlar.

Kalem hem kaldıraç hem de batıraç. İsimleri yücelten veya cüceleştiren özelliği, farklı ellerde açığa çıkıyor.

O, kendisinde zehir ve panzehiri taşıyor. Cesur olanların cesaretini, korkakların ödlekliğini artırıyor.

KALEM İSİMLERİ TARİHE KAZIYOR

Tarih, kalemin aydınlatıcı ve karartıcı etkisini bütün açıklığıyla gözler önüne seriyor. Şairler ve söz ustalarının bu güçten hiçbir zaman el çekmediklerini öğrenince, gözlerimiz faltaşı gibi açılıyor.

Muallim-i evvel (ilk öğretmen) Aristo, sorularıyla öne çıkan Sokrat, muallim-i sani (ikinci öğretmen) Farabî, çılgın beyinli İbn Sina, İslâm düşüncesinin en büyük ismi Gazzâlî, tarih ve sosyoloji ilminde devrim yapan demir leblebi İbn Haldun’u ayakta selamlıyoruz.

Her ne kadar onların isimlerini kaleme almakla, kendilerinden söz ettiğimizden haberleri olmasa da yine de biz onları selamlıyoruz. Ancak Aristo’yu ve Sokrat’ı dışarıda tutuyoruz.

Çünkü onların dilinden selam vermeyi bilmiyoruz! Onlar da selamı nasıl alacaklarını bilmiyorlar. Evet, filozof da olsalar her şeyi bilecek halleri yok ya.

KALEM RIZIKTIR!

Kalemin içinde rızkın olduğunu bilenler, ona bir elin tüm parmaklarıyla sarılıyorlar. Kalem rızık ektiği için nice meslek grupları o olmadan rahat bir şekilde nefes alıp veremeyeceklerini çok iyi biliyorlar.

“Ekmeğini taştan çıkaranların” yanı sıra “ekmeğini kalemden çıkaranları” neden gündemimize almadığımızı düşünüyorum.

“Ekmeğini kalemden çıkarmak” deyiminin neden üretilmediğini, kendilerinden cevap gelmeyeceğini bile bile atalarımızın mezarlarının başına gidiyor ve onlara soruyorum.

Cevap almak için değil, hesap sormak için sesleniyorum.

Meslek gruplarını “ilmiye-kalemiye ve seyfiye” şeklinde üç gruba ayıranlara sormak isterken, “dirsek çürütmek” deyimine rastlıyorum ve rahat bir nefes alıyorum. Masa başında çalışanların hakkının küçükte olsa verildiğini düşünerek seviniyorum.

Kalemiye sınıfından mı yoksa ilmiye sınıfından mı olmak istersin sorusuna “Kur’an’a bakmam lazım” diyorum. Kalem sûresinin olup olmadığını araştırıyorum. “K” harfine gelince yavaşlıyorum ve “Kalem Sûresini” bulduğumda havaya sıçrıyorum. Çünkü;

KALEME OLAN İHTİYAÇ, GÜNEŞE OLAN İHTİYAÇ GİBİDİR

Kalemin öneminden dolayı Yüce Allah’ın Kur’an’ı Kerim’de “Hokka ile kaleme ve (kalem tutanların) yazdıklarına andolsun…” (Kalem sûresi, 68/1-2) buyurduğunu okuyoruz.

Kalemin ne kadar önemli olduğunu Kur’an teyit edince geriye beşerin sözünün hiçbir önemi kalmıyor.

Gerçekten kaleme andolsun ki; o içinde rızık taşıyor. Hem zehir hem de bal akıtabiliyor. Kalemi sivrilterek, muhatabının cenaze marşını yazmaya and içenler olduğu gibi, kalemlerini küçültüp muhataba can verecek sözler söylemeye yemin edenlere de tanık oluyoruz.

KLAVYEYE ANDOLSUN!

Kur’an’ın, kaleme yemin ettiğini ve borçların yazılmasını tavsiye ettiğini öğrenince kalemi alacağıma parmaklarım klavyenin tuşlarını uzanıyor. Bir süre sonra kalemin işlevini, klavyenin yüklendiğini gözlemliyorum.

Bu sefer “klavyeye andolsun” diyerek mumya gibi donmuş beyinlere değil, zihinleri açık insanlara sesleniyorum.

Klavyenizin tozunu alın, hakikati yazın, hakikatten yazın. Çünkü sizler sözün altın olduğu zamanlardasınız.

Son olarak “kaleme sığınmanın kaleye sığınmak gibi” olduğunu bir kez daha hatırlatıyoruz.

Sevgili Okur!

Her şeye rağmen kalemin tadını, klavye vermiyor…