İnsanı bir ummana teşbih edersek yine kıyılara vurur tahayyülümüz. Çünkü sınırları olan bir varlıktır insan. Ve bu sınırlar insanın kendisine mahsus karakterini de oluşturur. İnsanları itibarlı kılan, bu sınırlarını kabul ettirebilmesiyle toplumda bulduğu saygınlıktır. Saygın insan itibar kazanmış insandır dersek bu itibarı sadece karakteri ile mi kazandı gibi bir soru ile de karşılaşabiliriz. Toplumda para ile, mevki ile itibar kazanmış bu kadar insan varken… Ancak şurasını da kabul etmek durumunda kalırız ki para ile mevki ile gelen itibar, bunların yitirilmesi ile de kaybolur. Kişiliğin kazandırdığı ise daima üzerindedir şahsın. İnsanın sınırları demiştim. Bu yazıyı kaleme alırken aklıma gelen şu oldu: 21. yüzyılda, ahlakın, erdemin sıradanlaştırıldığı, edepli insanlara kulp bulunduğu vakitlerde, kendine has sınırlarını koruyabilmek insan için daha zor bir hale gelmiştir.

Taviz tavizi doğuruyor ve küçük bir gediğin aşınması ile koca bir kalenin zapt edilmesi gibi insanın muhafaza ettiği değerlerde bir bir düşüyor...

Çamurlu yolda yürürken paçasını kaldırıp duran adamın verdiği mücadele bazen paçasına bir parça çamur değmesi ile son bulabiliyor. Nasıl olsa çamur değdi diyerek daha da bulanabiliyor çamura yol boyunca bu raddeden sonra. Battı balık yan gider diyen ataların kastettiği şey de bu. Aslında küçük bir çamur silinebilir fakat bunun yerine libası çıkarmayı tercih etmekte herhalde kolaya kaçmak.

Kolaya kaçmak deyimi bana iki şeyi tefekkür ettirdi: Birincisi kaçmak eylemini barındırması ile bir kaytarış içermesi, ikincisi de kolayı seçerek aslında bir alternatif üretmesi. Burada iki tezat gibi görünen durum akla gelebilir. Çünkü kolay, mübah olabilir, kaçmak ise sakıncalı. Fakat daha dikkatli düşününce buradaki kolayın da aslında sadece görünür itibarı ile kolay olduğunu anlamak mümkündür. Çünkü buradaki kolay, sonuçları düşünülünce menfilikle nihayete erebilir. Yani kolaya kaçarak aslında zora varmış olabiliriz. Biraz kafa karıştırdım. Ancak şimdi gelin ilk paragraf bağlamında düşünelim bu deyimi. İnsanın sınırlarından bahsederken, bu sınırların karakteri oluşturduğunu ifade etmiştim. Kolaya kaçan insan bazen sınırlarından ödün verebilir. Çünkü meşakkati tercih etmek sınırlarını koruyabilmeyi gerektirebilir. Bazen kaleyi korumak için serdengeçti bir muhafız olmak şarttır. Aksi halde kavi bir düşman taarruzuna karşı koymak güçtür.

Bütün bu söylediklerim insanların olumlu olan karakter özelliklerine mahsus yorumlarımdı. Bazı özellikler de var ki ( gurur, ego, inat, hırs vb. gibi ) acilen değiştirilmesi elzemdir. Çünkü inançların onay vermediği özellikler ile karakterin sınırları çizilemez. Bunlar kişiliği ancak örseleyen davranışlar olabilir. Kişisel gelişimciler aksini iddia edebilir lâkin ben bu konuda Bülent Akyürek’in tarafını tutuyorum. Ve insanın içindeki öküze oha demesinden yanayım.

Egosantrizm bize göre değildir. (Türkçesini söylesene be kardeşim!) Yani ben merkezcilik bize göre değildir. ( Hah şöyle). 4 sene önce daha ilk yazılarımı yazdığım zamanlarda bir yazıda ‘pragmatik‘ ifadesini kullanmıştım diye tepki almıştım bir edebiyatçı yakınımdan. Ona da selam olsun. Şimdi daha sarih ifadelerle yazmaya çalışıyorum. Ancak bazen bazı terimleri ister istemez kullanıyoruz. Ne diyordum, bize göre değil ben merkezcilik, Batılılar gibi olamayız. Sorunlarımızın kaynağı hâlâ burada yatıyor. Tanzimat temi mi sanıyorsunuz ‘Yanlış Batılılaşma’yı. Bütün suç Batı’da mı peki? Elin Micheal’i, Jonathan’ı çıkıp şöyle diyebilir: ‘’Ben evimde oturmuş hamburger yiyip kolamı gömüyorum. Banane Malatya’daki, Ardahan’daki adamdan’ . Burada kastımız bir zihniyet meselesidir. 200 yıllık bir hasar var, tamiri yapılmayan.

Birazcık açalım: Siz bizi kabul etmezseniz de biz size benzeyeceğiz.

Kulağa hoş gelmiyor değil mi? Sınırlarınıza dokunuyor mu? Dokunuyorsa sınırlarınıza, onlar gibi olmak, sınırlarınızı ihlal ettirmiyorsunuz demektir. Her şeyi normal görmeye başladınız ise, dikkat!

Düşman hududunuzu çoktan aşmış olabilir…