İlmi bize öğreten Allah’ın adı ile, siz kıymetli okurlarımı tebessümle selamlıyorum.
Ne de çok şey dert ediyoruz şu iki dudak arası kadar uzun olan ömür sermayemize.
Birileri çıkar, atanamamasını saçına beyaz tel olarak atar,
Kimisi gelir, aşkına karşılık gelmeyen hislerini kendine arkadaş edinir.
Halbuki, Allah kurtarmıştı, o ayrılık sanmıştı.
Zaten insanı yaralayan daduyguları değil mi? Sen aşk de ben dostluk diyeyim. Eğer Allah rızası için değilse ikiside yorar. İster sev ister sevil.
Trafik, koşulturma, hengame… işe geç kalanlarla, bir yerlerde sıraya girmemek için acele edenlerle, genel olarak acelecilerle dolu.
Ey insan! Telaş etme, kalıcı değiliz!
Geçmez dediğimiz gecelerimiz, belki de en uzun gecelerimiz bugünün şükür sebebi değil mi?
Ne demiş üstad N.Fazıl Kısakürek:
“Yeryüzü boşaldı da habersiz miyiz? Güneşe göç var da kalan biz miyiz?”
Telaşımız değil mi zaten bizi acele edip güvenilmeyecek insanlata güvendirip kıymet verdiren. Güvenin, aşk, sevgi, dostluk doğurabileceğini bildiğimiz halde.
Bazı bazı şeylere neden - sonuç ilişkisi kurulamıyor. Bir kendine bakarsın, bir de yaşadığın hayata; sana yaşatılan hayata.
İçindekini kimseye anlatamayacak kadar alışmışsındır aslında derde, kedere…
Hayat, lanet mi etmeli, şükür mü etmeli?
Kalplerin yalnızca Allah’ı anmakla huzur bulacağının farkına varılmalıydı oysa. Günde 5 kere seni çağırdığında gitmediğin halde “ Rabbin seni terk etmedi, sana darılmadı da” diyen bir Rab, nasıl olurda yan cebe koyulur?
Aradığında telefonunu açamadığın insanlar sana surat asıyor halbuki.
“Telaşa kapılma, kalıcı değiliz!”
Bu cümlenin ihalesini almak lazım gelir. İşte o vakit, akıbet ve istikbal parlar.
Onca dostluğu, sevgiyi ve saygıyı bir telaş uğruna ağızlarda sakız ettiler!
Yazık giden zamana,
Yazık mahvedilen onca güzel duygulara…